Ucu yanık mektuplar...
Şimdilerde kalmadı ya, aşk mektupları vardı bir zamanlar. Kalem tutan ellerden değil de, kebap olan gönüllerden, kağıt parçacıklarına nakış nakış işlenmiş yürek yakan aşk nameleri. Kim bilir kimler, uğruna bitap düştükleri sevgililerine ne ucu yanık mektuplar yollamışlardır. Kim bilir kimlerinki, hangi hain ellerin hoyratlığında paramparça olup, sahiplerinin yüreklerine su serpemeden yok olup gittiler. Ve kim bilir kimler, koklamaktan okumaya kıyamayıp son nefeslerini verdiler o aşk namelerinin başucunda. Dünyanın kaderini değiştirecek kudrete sahip kadın ya da erkeklerin aşk karşısında nasıl el pençe divan olduklarına tanıklık ettikçe, aşkın kavurduğu yürekleriyle nasıl iktidar oyunlarını tavizsiz yürüttüklerine şaşırıp kalıyor insan. Hürrem Sultan'ın Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı mektuptan;
"Hazret-i Sultanım, Yüz(ümü)yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra,benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılı-ğın ateşine yanmış ciğeri kebap,göğsü harap, gözü yaş dolu, gece-yi gündüzünden ayırt edemeyen,özlem denizine düşmüş çaresiz, aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun'dan beter tutkun kölenizisorarsanız ne ki sultanımdan ayrıyım. Bülbül gibi ah ve ferya-dım dinmeyip ayrılığından (öyle)bir halim var ki Hak kafir olan kullarına dahi vermesin..".
Bütün bunlar hangi ruh halinde kaleme alınmışta... tahayyülünde yetersiz kalıyoruz. Bir hayatı, Sultan'da olsa bir erkeğin ayaklarının altına serebilmek kolay şey olmasa gerek. Peki, Sultan Abdulhamit'e ne dersiniz? Ruhşan'a yazıklarının tek bir satırına tanıklık ettiğinizde ''Ruhşahım Hamid sana kurban ola... Bu gece gel niyazımdır." Daha binlerce örnekleri var iktidarıyla dünyayı titreten ya da yaptıklarıyla, yazdıklarıyla insanlık tarihini değiştiren büyük adamların, bir aşk uğruna nasıl zebun olduklarını itiraf ettikleri mektuplar. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Firdevs Hanıma mektubu: ''İzzetli, hürmetli, muhabbetli, hakikatli, ademlikli, şefkatli, hatırlı, gönüllü, asıllı, usullü, akıllı, izanlı, hünerli, üsluplu, yakışıklı, güzel huylu, tatlı dilli, uzun boylu, ince belli hatunum" Ya buna ne demeli... Vayyyy anam vayyyy! Var mı şimdi, bırakın kısa ayrılıkları uzun ayrılıklarda, bunların onda birini okumak servetine sahip olanınız? Var mı, kısa bir elektronik postadan hatta bir iki kelimelik mesajdan fazlasına muhatap olanınız. Yok! Maalesef zamanımız aşkın her halini inanılmaz bir şehvetle kucaklayacak zamanlardan değil. Cemil İpekçi, posta dağıtıcılarını giyindirmese, onların ismini bile hatırlayanımız olmayacak. Eskiden bizim mahallenin mektuplarını getiren Postacı Turan Amca'mız vardı. Turan Amca şimdiki gibi sadece banka ekstreleri ve faturalar getirmezdi bize. Özlemle beklediğimiz sevda sözleri, dost gülücükleri, aşk şiirleriyle dolu dergiler taşıyıp dururdu. Çok severdik Postacı Turan Amca'yı. O kapımıza dayanmadan biz koşardık onun yanına. Su isterdi çoklukla mektuplarımızı vermeden önce, biz sıcacık bir çay getirirdik ona. Onun bize getirdiği ateşli aşk nameleri karşılığında.
Sözü aylar önce bu sütunda Yürek Oltası'nda yazdığımız bir dörtlükle bitirelim. Ucu yanık mektuplar Tarih oldu meleğim. Er mektubu görülür Aşk mektubu görülmez!
|