Sülüklügöl Hafta sonu küçük bir kaçamak yapmak isteyenler için Sülüklügöl doğru adres... İstanbul'a sadece 3 saat mesafede doğa harikası bölgede, dört mevsim bir arada yaşanıyor
Altın renkli yaprakları, bir tablodan farksız manzarasıyla Sülüklügöl, doğa tutkunlarını bekliyor...
Bugün yönümüz Adapazarı sınırları içinde kalan Sülüklügöl. Her zamanki gibi sabah erkenden başlayan toparlanma sürecinden sonra, saat 08.00 gibi İstanbul'dan çıkıyoruz. Adapazarı Akyazı'yı geçtikten sonra eski Bolu yolunu izleyerek 11.00 gibi Dokurcun Kasabası'na ulaşıyoruz. Burada çay ve ihtiyaç molası ile öğle nevalesini tedarik için yarım saat kadar kalıyoruz. İşimiz bittikten sonra Dokurcun Kasabası'ndan ayrılıyoruz. Kısa süre sonra karşımıza tahta bir tabela çıkıyor. Sağı gösteren ok şeklindeki bu tahta tabela Sülüklügöl'ü işaret eder. Aracımızı ve kaptanımızı bırakıp 3 km ilerideki Sülüklügöl yoluna giriyoruz. Alabalık çiftliği bizi bekliyor. Sülüklügöl dört mevsimde de dört ayrı güzelliği olan bir parkurdur. Bu nedenle yürüyüşçülerin fazlaca itibar ettiği bir yerdir. Ben de yaklaşık 15 yıl kadar önce ilk olarak bu parkurdan yürümüştüm.
DOĞANIN BÜYÜSÜNÜ KEŞİF Doğanın büyüsünü ilk burada keşfetmiştim. Bu büyü beni o dağdan bu dağa sürükleyip durdu. Kimi zaman ormanların derinliğinde kayboldum, kimi zaman geceleyip yıldızları üzerime bir yorgan gibi çektim. Yüzümü gökyüzüne sürer gibi gecenin ipeksi karanlığında uyudum. Kimi zaman da dolunayın çadırıma konuk olduğu zamanları yaşadım. Bir şelalenin karşısında geceleyip gözümü açtığımda ipek bir tül gibi suyun metrelerce yukarıdan, aşağıya doğru dökülmesi karşısında aşkın duygular yaşadım.
6 SAATLİK PARKUR İstanbul'dan 3 saat uzaklıktaki Sülüklügöl parkuruna girmiştik. 6 saat kadar sürecek olan parkur, tatlı bir eğimde devam ediyor. Yolun bir aşağısına bir yukarısına geçen dere, sanki şarkısıyla tüm iç dünyamızı, beynimizi yıkayıp arındırıyor. Dere yolun altına ya da üstüne geçerken, küçük tahta köprücüklerden ilerliyoruz. Çevremiz şemsiye yapraklarıyla örülmüş. Kış aylarında buralar karlarla kaplanır. Beyazlara bürünmüş çamların arasından yürürken sadece kar sesi duyulur.
TURKUAZ MAVİSİ GÖL... Sonbaharın güzelliği ise daha başkadır. Sararmış yaprakların üstünden yürürken çıkan hışırtılar, doğanın insana sunduğu nadir müzik parçalarıdır. Yaklaşık 3 saatlik bir çıkıştan sonra Milli Park alanı diye bir tabelanın hemen ardında birdenbire karşımıza çıkıveren turkuaz mavisi bir gölle karşılaşırız. Bir ressamın tablosundan kaçmış da buraya gelmiş gibidir. Şaşkın şaşkın bakakalırız. 1700' lerde bir heyelan sonucunda kayan toprağın kapattığı bir alanda oluşmuş bu gölün içinde, hala dalları ve yaprakları kalmamış ağaç gövdelerine rastlarız. Köşelerde çeşmeler bulunduğundan güzel bir piknik alanıdır aynı zamanda. Genelde yürüyüşçülerin uğrak yeri olan buraya kimi zaman araçlarıyla piknik yapmaya gelenlere de rastlanır. Ne yazık ki piknikçiler, yürüyüşçüler kadar doğaya duyarlı olmadıklarından çöplerini çoğu kez bırakıp giderler.
SÜLÜKLERE NE OLDU? Bir zamanlar göle alabalık yetiştirmek için yumurta bırakmışlar. Yetişen balıklar da sülükleri bir güzel yiyip neslini tüketmiş. Şimdi ne balık var ne de sülük. Büyük gölden biraz kuzeye yürüdüğümüzde, orada birkaç tane daha küçük gölün olduğunu görürüz. Göl seviyesi oldukça yüksek olduğundan, bölge bazen sisli olur. Rüzgarın da etkisiyle gölün turkuaz renkli sularının üstünden akan sis, suyun ışıltılı yüzeyine dokunup geçer. Bu manzarayı saatlerce seyretsek yine de bu görsel şölene doyamayız. Ardından çıkıveren güneşin göl sularına dökülen ışıltıları, sanki yakamozlar oluşturur. Trekkingçiler bu doğa harikası alana Abant'tan veya değişik noktalardan hareket ederek, farklı parkurlar oluşturarak da ulaşırlar. Hele Abant Sülüklügöl geçişinde göle tepeden bakış şaşırtan bir tablo gibidir.
GÖZ OKŞAYAN GÜZELLİK Burası doğa fotoğrafçılarına zengin açılar sunar. Böylesine görselliği göz okşayan bir doğa harikasını görmeye değmez mi? İzlenimim, arkadaşların tamamının burayı ilk kez gördüklerinde bir türlü ayrılmak istemeyişleridir. Durmadan fotoğraf çekiyorlar. Gölün doğu kıyısındaki çeşmeye yakın bir yerde bir eski ateş noktası bulduk ve orada ateşimizi yaktık. Çünkü rasgele yerde ateş yakmamalı. Ateş yakılan yerde uzun süre ot bitmediğinden, güzelim çayırlıkta simsiyah ateş noktaları görmek beni rahatsız eder. Öğle mönümüzde bugün sucuk var. Tüm arkadaşlar sucuğun kokusunu alınca açlıklarının farkına varıp, göl manzarasından sucuğa odaklanmaya başladılar. Yardımlaşma ve takım çalışması ruhuyla öğle yemeğimizi hazırlayıp, karnımızı da doyurduktan sonra artık bu güzel mekanı belki de başka bir mevsimde yeniden ziyaret etmek üzere geride bırakıyoruz.
SUYLA YOLDAŞ OLMAK Dönüşümüz daha da zengin ve neşeli oldu. Zira, tatlı eğimde aşağı doğru iniş çok daha kolaydır. Yukarı çıkarken hafiften zorlanan arkadaşlar 'bu parkur da neymiş?' dercesine önden önden yürüdüler. Yine yürüdükçe yanımızda sular akıp durdu, yine manzara hepimizi cezbetti... Yaklaşık 2-2.5 saatlik bir yürüyüşten sonra neşeli biçimde aracımızın yanına ulaşıyoruz. Bu parkur insanın zorlanmandan yürüyebileceği ve mutlaka 'iyi ki gelmişim' dedirtecek ve belleğimizde hoş anılar bırakan bir yerdir.