Samanlı Dağları Sağınızda İznik Gölü, solunuzda İzmit Körfezi üstünüzde berrak sonbahar göğü... Tabiat ananın renk armonisi içinde ilerlerken, zamanın nasıl geçtiği anlaşılmıyor...
Bugünkü güzergahımız Samanlı Dağları'nda bir sırt parkuru. Bir yürüyüşün insana sunabileceği her türlü olanak var burada. Fotoğrafa ilgi duyanlar için olağanüstü renk görselliği, değişik açılar ve hepsinden önemlisi, istemedikleri kadar ışık. Yol boyunca yabani dağ meyveleri de var. İşte yine bir Pazar sabahı herkesler uyurken biz doğa tutkunları yollara düştük. Sabah kahvaltısını feribotta yaptık. Hem yol katetme hem de kahvaltı yapma olanağı veriyor feribot. Yalova'da öğle atıştırması için alışveriş amaçlı kısa bir mola vererek yürüyüşe başladığımız Sugören Köyü'ne ulaşıverdik. Saatler 10.15. Hiç bu kadar erken yürüyüşe başlamamıştık. Hem körfez geçip hem de bu saatte yürüyüşe başlamak güzeldi. Çünkü çok uzun olan yolumuzda daha fazla çevreyi izlemeye zaman ayıracak ve arkamızdan atlı geliyormuşcasına koşturmayacaktık. Yürüyüşe başlar başlamaz, ısınmadan dik bir yokuşa girmek zorunda kalmamız çok hoş olmasa da başka alternatifimiz yoktu. 45 dakikalık bir yokuştan sonra bazı arkadaşların, içinden, "Ben bu yürüyüşü bitirebilir miyim?" diye sorduklarını duyar gibiydim. Ama ısınan arkadaşlar sırttaki düzlüğe çıkınca parkur çifte kavrulmuş Çorum leblebisi gibi geldi ve pür neşe yürümeye başladılar. Arada verdiğimiz molalarda bazı arkadaşların "Terimiz soğumasın" demesi molaları kısa tutmamıza neden oldu. İyi de olmuş, yoksa karanlığa kalacakmışız.
İÇİMİZ YAŞAMA SEVİNCİ DOLU Vivaldi'nin 4 mevsiminden hüzünlü sonbahar melodileri içimizde yankılanıp dururken, arkadaşlarımız gruplar halinde pür neşe yürüyorlar. Yol boyunca ağızlara layık biçimde olgunlaşmış muşmulaları dalından koparıp yemenin keyfi elbetteki bir başka güzellik olarak anılarımıza girdi. Sağımızdaki İznik Gölü solumuzdaki İzmit Körfezi üstümüzde berrak bir sonbahar göğü... Daha ne isteyebilirdik Allah'tan? Sarı yaprakların arasında fıskırmış yeşil çimenler ve sık sık karşılaştığımız çeşmeler arasından 3 saat yürüdükten sonra küçük bir öğle molası verdik. Biskivüler, fındık-fıstık ve üzümler çıktı çantalardan. Dağınık biçimde çayıra oturduk. Püfür püfür bir sonbahar rüzgarı yüzlerimizi okşayıp geçiyor. Öylesine nazik bir hava var ki; sanki dokunmaya kıyamıyor. İçimize yaşama sevici çekiyoruz. Orhan Veli'nin "Güzel Havalar"ını burada hatırlamamak mümkün mü?
RÜYADA GİBİYİZ... Benim küçük emektar ocağımda yaptığım çay, dağ başında lokum gibi geldi. Sağımızda turkuaz renkli İznik Gölü solumuzda İzmit Körfezi. Gözlerimize görsel bir şölen çeken bu iki su arasında herkes öyle mutlu ki; fotoğraflar çekiyorlar, izliyorlar. Herkes belki de kendi içinde değişik rüyalara dalıp gitmiştir, kimbilir! Kimseyi uyandırmak istemiyorum ama yolun daha yarısındayız. Küçük bir düdük sesiyle gitmemiz gerektiği konusunda uyarıyorum arkadaşları. Bu parkuru yalnızca ben bilmeme karşın kimseye rehberlik yapmam gerekmiyor. Dağın tam sırtındayız ve iki taraf da çok net gözüküyor, açımızı yüksek ağaçlar kesmiyor. Öğle molasından sonra yeniden yürümeye başladığımızda Keramet Köyü'nü görebiliyorduk. Ama son durağımız köyü görmemiz oraya yaklaştığımız anlamına gelmiyordu. Daha önümüzde yürüyeceğimiz 3 saatlik bir yol vardı. Yol kenarlarındaki muşmulalardan zaman zaman tadarak 2 saat kadar daha yürüdük. Parkur beklediğimden de uzun sürmüştü. Bir miktar gece yürüyüşü yapacaktık ama hem köyün ışıklarını görüyor hem de düz yola inmek üzereydik.
ALLI MAVİLİ ÇAYLAR Yarım saatlik dik bir inişten sonra önümüze çıkan bir dağ çeşmesinden kana kana suyumuzu içtik, yüzümüzü yıkadık. Artık köye doğru son yarım saatimiz kalmıştı. Bu son saatleri genelde sevmem. Çünkü köye yaklaştığımız alanlar olduğu için orman patikaları biter köy yolları başlar. Bazen de bu yollar asfalt olur. Akşama kadar yorulmuş topuklarımıza sert zeminde yürümek işkence gibi gelir. Bu parkuru bana ilk tanıtan ünlü dağcı Prof. Kuvvet Lordoğlu olmuştu. Onun burada bir de köy evi var. O'na bir selam vererek geçiyorum. Keramet Köyü'ne ulaştığımızda en çok istediğimiz şey birer bardak çay içmekti. Şiir tadında bir çay. Şair Sezai Karakoç'un "Çay" şiirinde dediği gibi: Çayımızı içip yola çıkıyoruz. Orhangazi'deki İmren Köftecisi'nden köftelerimizi de yiyip feribota ulaşıyoruz. Evlerimize yaklaşırken haftaya nereye gideceğiz soruları artmaya başlamıştı. Kimbilir belki Sülüklügöl'e gider ya da Kurtköy'e geçiş yaparız.
"Beni bu güzel havalar mahvetti, Böyle havada istifa ettim Evkaftaki memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım, Böyle havada aşık oldum; Eve ekmekle tuz götürmeyi Böyle havalarda unuttum; Şiir yazma hastalığım Hep böyle havalarda nüksetti; Beni bu güzel havalar mahvetti"
"Bizim içtiğimiz çay da çaydır Çarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylar Vadilerden renkli yağmurlar gibi gelir İçtiğimiz çay Danseden bir kadının ayak bilekleri gibidir Judy Garland gibi çay Kan gibi çay"