28 Şubat, irtica ve PKK
Amerika Birleşik Devletleri'nde İslâm'ın en önde gelen yorumcularından ve otoritelerinden biri olan Prof. John Esposito'nun "İslamTehdidiEfsanesi" kitabını bilmem okudunuz mu? Esposito, George Town Üniversitesi'nde Din ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile İslâmi Çalış malar Bölümü profesörlerinden. Özellikle siyasal İslâm konuları üzerinde yoğunlaşan Esposito'nun, İslâmi akımların, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya'daki etkileri üzerinde değerli incelemeleri var. Bu güne kadar 25 kitabı yayımlandı. "İslamTehdidiEfsanesi"nin bir bölümü Türkiye'ye ayrılmış. 28 Şu bat sürecini anlatırken, hafızalarımızı tazeleyen şöyle bir cümleye rastlıyoruz. Günümüz şartlarında fevkalâde önemli bir cümle: "1997yılınınNisanayındaGeneralÇevikBir,artıkordununönceliklimücadelesinin,10yıldırsürenayrılıkçıKürtçülük'ledeğil,laiklikkarşıtıİslâmcılar'laolduğunuilânediyordu." Ve Prof. Esposito'nun bir başka değerlendirmesi: "TıpkıCezayir'deolduğugibi,laikdüzenyanlıları,İslâmcılar'ınpolitikavetoplumadahilolmalarınıgözealmaktansa,Türkiye'nindemokrasiyesadakatindenödünvermeyehazırlardı.Seçmenlerinözgürtercihlerineizinvermektense,güçlerini,imtiyazlıkonumlarınıvehayattarzlarınıkorumayıtercihedeceklerdi.Onlar,demokrasininherzamaniçerdiğiriskigözealmakistemiyorlardı.AdnanAdıvar'ın1950'lerdeifadeettiğigibi: 'Batı düşüncesinin hâkimiyeti veya Batı pozivitizmi zaman zaman o kadar yoğundu ki, bunu bir düşünce olarak tanımlamak çok zordu. Bunun adı, dinsizliğin resmen dogma haline getirilmesiydi.' DahayakınzamanlardaAyşeKadıoğlu,cumhuriyetçielitin,yapmacıkbirsaygıgöstersede,dinekarşınefretduyduğunuifadeediyordu.ŞerifMardin'in,Kemalisttavrı, 'ünlü Fransız filozof Voltaire'in Kilise'den nefret etmesine benzetmesi' de,Türkiye'dekimilitanlaikliğinkaynağınıveyaşayanmirasınıaçıkçaortayakoymaktaydı."
***
İnsanın aklından ister istemez bazı sorular geçiyor. Gerçekten 1997'de bölücü terör önemini bu kadar kaybetmiş m iydi ki, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir, irtica tehdidini birinci sıraya koyuyordu? Belki Türkiye bu önceliklerini değiştirmeseydi ve ülkeyi kutuplaştıran, demokrasiyi yaralayan adımlar atılmasaydı, birbirimize düşmeseydik, elbirliğiyle teröre daha kolay çözüm üretebilirdik. Aynı şey bugün de yapılıyor. "Hayattarzımıztehlikede" diye sokağa dökülen insanlar, ortak değerler etrafında birleşmemizi sağlamak yerine, düşmanlık ve tepki üretiyorlar. Benzer bir durumu şehit cenazelerinde görüyoruz. Genelkurmay Başkanlığı'nın 8 Haziran tarihli "kitleseltepki" talep eden bildirisinden önce, cenazelerde sadece "Şehitlerölmez,vatanbölünmez" diye bağırılıyor ve PKK hedef alınıyordu. Bu bildiriden sonra, hükûmet protesto edilmeye başlandı. Bu arada, Atatürkçü Düşünce Der neği Başkanı Şener Eruygur'un, İsrailli uzmanlardan "kitleseltepki" konusunda eğitim aldığı kulağımıza geldi. Bazı sivil toplum örgütleriyle, silâhlı kuvvetlerin işbirliği yapmasını öngören ve Nokta dergisinde yayımlanan andıcı da unutmadık. Türkiye'de birçok Kuvayı Milliyeci, Ulusalcı kitlesel tepki koyabilecek söz de sivil toplum örgütleri oluştu. Genelkurmay Başkanlığı, "Orduyuyıpratıyorsunuz" diye, Hudson Enstitüsü senaryosu hakkında konuşan insanlara çatıyor. Ama acaba, kendilerinin de bu yıpranmada bir sorumluluğu olduğunu akıllarına getiriyorlar mı? Meselâ, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın, sık sık "HükûmetisterseKuzeyIrak'agireriz" diye ulu orta konuşması, birçok çevrede "samimi" olmaktan ziyade "siyasi" olarak değerlendiriliyor ve hükûmeti yıpratma amacını taşıdığı ileri sürülüyor. En azından, benim de içinde bulunduğum bir kısım vatandaş böyle düşünüyor. Genelkurmay Başkanı'yla Başbakan'ın dün bir araya gelmesi, eğer uzlaşmaya giden bir adım olacaksa, bütün Türk milletini sevindirir. Ama acaba, uzlaşmaya mı çalıştılar, yoksa, bu toplantıda yeni gerginlikler mi üretildi... Bilemiyoruz!