Akide şekeri
Hadi akide şekeri demeyelim de, mesir macunu diyelim, daha hora geçer, aşna fişnaya iyi geldiği de söylenir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Abdullah Gül'ün adaylığı üzerine, konuşacak başka konu kalmadı haliyle... Eh, basın deyince de, bu kadar önemli bir memleket meselesi ile ilgilenilmeyecekti de, neyle ilgilenilecekti? Onun için sayfalardaki ve ekranlardaki akide şekerine şimdilik talim etmekten başka seçenek görünmüyor. Buradaki "yalakalık ayarsızlığına" bakıp da medyadan istifa edip inzivaya çekilmeyi düşenecek değiliz. Arkadaşlar, hiç olmazsa bir taraftan da, memleket nereye gidiyor, diye masumca endişeleniyorlar diyelim... Bir kısmı da, Çankaya'yı da kaptık diye göbek atarken...
***
Memleket nereye gidiyoru bir yana bırakalım da neredeydi nereye geldiye bakalım. Dürüst olalım, tabloyu tek başına AKP yaratmadı. Ama AKP, vatandaşın durumunu da değiştiremedi Yoksulluk sınırında yaşayan aileleri, açlık sınırındakileri, gençliğin işsizliğini, gelir dağılımı adaletsizliğini bir yana bırakalım. Ben size küçük bir hikaye anlatayım. Hikaye değil, aslında küçük bir gözlem.
***
Postanede sırada bekliyorum. Önümde 59-60 yaşlarında bir beyfendi var. Postane İstanbul'un seçkin semtlerinden birinde... Beyfendinin kıyafeti, orta halli... Büyük ihtimalle, bir emekli... İster istemez kulak misafiri oluyorum. Memur, bir telefon faturanız daha var, diyor. Önceki ayki fatura da ödenmemiş... Adam soruyor: O fatura kaç para? 14 lira... Hepsi kaç para yapıyor? 31 lira...
***
Devlete fatura ödemeye gelmiş adamın, hazırlıklı olabileceğini, bu sebeple ikisini birden ödeyeceğim, demesini bekliyorum. Epi topu 31 lira... Ama hayır. Birinciyi ödeyeceğim, diyor. Ötekini bırakıyor. Çünkü cebinden 31 lira çıkmıyor. Nisan ayının 25'i. Milyonlarca insanın cebinde 3 kuruşluk faturayı ödeyecek para yok. Yoksulluk ve yoksunluk, laik mi olsun, dinci mi olsun, ne dersiniz?