Kutsal aile ve Mehmet Ali Beeey!
Atasını seven bir milletiz. Ama nedense ataların mirasına sırt çevirmişiz. Bize miras bırakılan atasözlerine kulağımızı kapatmışız. Oysa ki; her söz bir lebiderya; ama anlayana! Gazetelerde okuyorum. Bir babanın büyük üzüntüsüne şahitlik ediyorum. Besbelli ki kızı için gözyaşı döküyor. Bugünlerde kızı hakkında basında çıkan haberlerden canı sıkılmış olacak ki, basına yazılı bir açıklama göndermiş. Lütfen dikkatlice okuyun! Demiş ki: "Her şey bir kenara; Mehmet Ali Erbil kimliğimi bırakarak bir genç kız babası olarak evladımın son dönemde aldığı yaralardan dolayı son derece üzgünüm. Bir genç kızın geleceği, hayalleri reklam aracı olamayacak kadar değerli ve kutsal aile kavramına gölge düşüremeyecek kadar da mühimdir. Evlilik kutsal bir müessesedir ve namahremdir. Erbil ailesi olarak üzülerek, başta kızım Sezin Erbil'in ayrılık kararı doğrultusunda son noktayı koyduğumu belirtmek isterim." Bir dönemin hızlı çapkını Mehmet Ali Erbil, aslında yeni kaderinin başlangıcını kaleme almış. Görünen o ki, gündemden yine hiç düşmeyecek. Eskiden yaptıkları ile gündem oluşturuyordu. Artık bundan sonra da yaptıklarının günahını ödeyerek gündem oluşturacağa benziyor. Zaman değişti. Büyükler yaşlandı. Küçükler de büyüdü. Çocuklar, ya annelerinin ya da babalarının izlerinden gitmeye başladı. Yani örnek aldığı rol modellerinin! O nedenle Mehmet Ali Erbil'in işi çok zor. Kızlardan bir tanesi büyüdü. Diğeri de büyüyor. Bir baba için kız çocuğu hiçbir şeye benzemez. Oğlan çocuğu gibi asla değildir. Onun canı yandığında, babanın canı kavruluyor. Erbil'in basına gönderdiği açıklamayı okurken, yıllar önce bir dergi için Nefise Karatay'la çektirdiği yarı çıplak fotoğraflar aklıma geldi. O zamanlar bu fotoğraflar Türkiye'ye damgasını vurmuştu. Herkes çıplak fotoğrafları konuşuyordu. Ama bir adam hariç! O adamın ocağına bu çıplak fotoğraflar bomba gibi düşmüştü. Bombanın düştü yer ise Gökçeada'ydı. Kendi halinde bir adamdı Orhan Bey. Sıradan, bilindik bir köylüydü. Köy meydanında kahvesi vardı. Gökçeada'ya gelen turistler, onun manda batmaz kahvesini içmeden gitmezlerdi. O sıradan köylünün o fotoğraflardan sonra hayatı kabusa dönüştü. Herkes birbirinin kulağına şunu fısıldıyordu: "Bak bu adam var ya, Nefise Karatay'ın babası!" O günlerde Gökçeada'daydım. Orhan Bey'in yaşadığı acıyı Mehmet Ali Bey yaşamıyordu. Çünkü acıyı yaşatan kendisiydi. Adam, kızını evlatlıktan reddetti. İçten içe de haykırıyordu: "Bunu bana yapanlar bir gün Allah'ından bulsun!" Sonra köprünün altından çok sular akıp geçti. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmadı. Ne de olsa hayat "etme bulma" dünyasıdır demişler. "Oysa ki bir genç kızın geleceği, hayalleri reklam aracı olmayacak kadar değerlidir." Bunu ben söylemiyorum, Erbil söylüyor. Ama nedense inanasım da gelmiyor. Çünkü vakit çok geç artık!