The Queen Helen
Kuşkusuz bu haftanın ve son yılların en çok konuşulan filmlerinden bir tanesi 'The Queen'. Prenses Diana'nın ölümünden sonra İngiliz Kraliyet Ailesi'nde yaşanan sıkıntılı günleri ve Kraliçe'nin İngiliz halkı ile yaşadığı gergin anları anlatan film, Helen Mirren'ın oyunculuğu ile beyazperdede unutulmaz bir filme dönüşüyor. Eski gelini Diana'nın ölüm haberini alan İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, torunlarını matem havasından uzaklaştırmak için onları İskoçya'daki Balmoral Şatosu'na götürür. Kraliçe'nin, Diana'nın ölümü karşısındaki cool tavrı halktan tepki görür. İngiliz halkı Kraliçeleri'nden taziye ya da en azından üzüntüsünü belirten bir açıklama beklemektedir. Aynı dönemde Başbakan seçilen Tony Blair, halkın beklentilerine cevap vermesi için Kraliçe'yi ikna etmeye çalışır. Değişen dünya karşısında Kraliçe duruşu ile adeta bir başka yüzyılda kalmış gibidir. Duygusal olmanın zaaf kabul edildiği bir dünyada yetişmiş olan Kraliçe'nin hayatı sıkı saray kuralları ile biçimlendirilmiştir. Bu nedenle de Prenses Diana'nın ölümü karşısında derin bir sessizliğe gömülmüştür. Kraliçe'nin bu tavrına, halktan büyük tepki gelir. Medyada yer alan haberler de, tansiyonu daha da artırır. Hatta monarşi bile sorgulanır. Veliaht Prens Charles ise halkın tepkisinden korunmak için bu öfkeyi annesine doğru yönlendirir. Kraliçe, sarayın kapısına bırakılan çiçeklerdeki kartları okuyunca halkın öfkesini iyice anlar. Bu krizi daha çiçeği burnunda olan Başbakan Tony Blair başarıyla yönetir. Blair İngiltere'de muhafazakarların 18 yıllık iktidarına son vermiş ve İşçi Partisi'ne seçimlerde zafer kazandırmış birisidir. 'The Queen' hem yakın tarihe tanıklık ediyor hem de Kraliçe II. Elizabeth'i farklı yönleriyle tanıtıyor. Prenses Diana'nin ölümü İngiltere'deki iktidar değişikliğine denk geliyor. Thatcher iktidarının bitip Blair döneminin başladığı yıllar. Ama en önemlisi İngiltere'de iktidar sahibinin ne Kraliçe ne de Başbakan olduğu,iktidarın medyanın elinde olduğu yıllar. Soğuk, buz gibi bir yüzle asla duygularını göstermeyen Kraliçe, bir geyiğin vurulmasına ağlayabilecek kadar da duygusal. Çok değil topu topu dokuz yıl önce yaşanmış ve üzerinde birçok rivayetin muhtelif olduğu bir vaka üzerine film yapmak önce cesaret ister. Yönetmen Stephen Frears'sı önce bunun için kutlamak gerekir. Hala üzerinde çeşitli spekülasyonların yapıldığı Prenses Diana'nın ölümü ile ilgili herhangi bir taraf tutmadan, çizginin her iki tarafındaki hiç kimseyi kayırmadan bu olayı beyazperdeye ancak Frears aktarabilirdi. Daha önce 'Tehlikeli İlişkiler' gibi kostümlü dramalar ve işçilerin sorunlarını anlatan Frears bu kez de İngiltere Kraliçesi'ni farklı yönleriyle anlatıyor. Özellikle bir geyiğin vuruluşu ve Prenses Diana'nın trafik kazasıyla ilgili göndermeler ince ve etkileyici. Frears'ın zaman zaman arşivden kullandığı görüntülerin, dönemin atmosferinin başarıyla canlandırılmasında büyük katkısı oluyor. Tabii böylesi bir filmde oyunculara büyük iş düşüyor. Daha önce de Kraliçe I. Elizabeth'i canlandıran Helen Mirren yine harikalar yaratıyor. Dame ünvanlı Mirren rol yapmıyor adeta Kraliçe'yi yaşıyor, yaşatıyor. Ağız şeklinden, baş duruşuna ve yüz ifadesine kadar adeta Kraliçe'nin ikizi. Mirrem son derece ekonomik bir oyunculuk sergiliyor. En küçük bir abartısı yok. Bu başarılı performans başta Oscar olmak üzere sanatçıya hatırı sayılır birçok ödül getirdi. Atmosferinden oyunculuğuna her şeyin dört dörtlül olduğu 'The Queen' fazlsıyla ilgiyi hak ediyor. Kraliçe'yi sevmeseniz bile Hele Mirren'e bayılacaksınız.