Hakimanım!
10 gün kadar önceydi, Ankara'da bir olay cereyan etti. Sıradan bir olay değildi. Belki de o yüzden hâlâ kafamdan silemedim, olayı bilincimde çeşitli yönleriyle tartışmaktan kendimi alamadım.
***
Bir duruşma salonunda hüküm kürsüsünde oturan bir yargıç gördüğümde saygı duyarım. O yargıç kadınsa eğer bir kat daha saygı duyarım. "Hakimanım" diye adlandırırım, kadın yargıçları... Kadın ruhu ile yargıçlık erkinin birleşmiş olması bende fazlasıyla saygı uyandırır. Türkiye'nin işte bu yargıçlarından biri olan 35 yaşındaki Yargıtay üyesi İnci Biçkin, Yargıtay lojmanlarındaki evinde beylik silahı ile intihar etti. Küçük çocuğunu kahvaltı ettirip, okula uğurladıktan sonra... İki dil biliyormuş, 3 kitap yazmış, belli ki birikimli ve yüksek kültürlü bir kadın... Gazetelere yansıyan haberlere göre, 1996'da bir avukat ile sevişerek evlenmiş, 2001'de Ankara tayini çıkınca ayrı yaşamaya başlamışlar, böylece ilk tartışmalar, bunalımlar, geçimsizlikler başgöstermiş...
***
Her evli tartışabilir, diyebilirsiniz. Ama bir hakim, hukukçuluğu ile zaten yüksek muhakeme yeteneğine ve analitik düşünme becerisine sahiptir. Çözümlerin basitte gizli olduğunu bilir, karşılıklı diyaloğun olumlu etkisine inanır. İnsani olanla, kutsal olanı kolayca tefrik edebilir. Sahiden müşterek hayat bir şekilde çekilmez hale gelmişse de, bunu medeni bir şekilde sonlandırmayı üstlenebilir, sosyal ağırlık ve sorumluluklarını pekala taşıyabilir.
***
O halde, nasıl ve ne olmuş da, genç pırıl pırıl bir hakimanım intihara karar vermiştir? Bence bu olay, evlilik müessesesinin, toplumsal inanış, kavrayış ve kuralların da baskısı ile taraflar üzerinde oluşturabildiği korkunç yalnızlık ve çaresizliğin bir sonucudur. Evlilik müesesesi öyle tabusal bir şekilde ele alınıyor ve insanlar bu kurumun yarattığı tonlarca psikolojik baskının altında öyle eziliyorlar ki, bir hakim bile sonuçta intiharı seçebiliyor. Benim, zavallı genç kadının intiharı üzerine çıkardığım yegane sonuç budur. Evlilik kurumu, feodal çemberleri henüz aşamamış toplumların en büyük karabasanlarından biridir. Bu kurumu, içinde yaşanabilir bir sosyal metodoloji olarak algılayanlar bir dereceye kadar psikolojilerini koruyabiliyorlar. Aksi halde insanda ne psikoloji kalıyor, ne psikiyatri... Kimya dersen tamamen harap oluyor.