BÜLENT Ecevit'in dedesi, medrese hocası Mustafa Şükrü Efendi, dönemin padişahı Abdülhamit tarafından 1894'te Meclis-i Tetkikat- ı Şeriyye üyeliğine tayin edildi. Bu meclis, dini meseleleri inceleyen bir kuruldu ve adeta "dini bir Danıştay" gibi görev yapıyordu.
VATANİ görevini bitirdikten bir süre sonra görev yaptığı gazetede 'gece sekreteri' olarak çalışmaya başlayan Ecevit, burada oldukça başarılıydı. Sayfalara girecek haberleri okuyan, başlıklar çıkartan Ecevit, önemli haberlere imza attı.
FERHANDE Hanım, Ecevit'in annesi Nazlı Hanım'ın teyzesiydi. Son sadrazam Tevfik Paşa, Ferhande Hanım'ın oğlu Bülent'i 3-4 yaşlarındayken kucağına alıp sevdi ve "Bu çocuk ileride çok büyük adam olacak. Türkiye, Bülent Ecevit'le gurur duyacak" dedi.
ŞİİRE karşı küçük yaşlarda başlayan ilgi, Ecevit'in ilkokulda Atatürk için bir şiir yazmasını sağladı. 'Atatürk' adını verdiği şiiri okul müsamerelerinde, anma törenlerinde okuyan Ecevit, şiirden sonra aldığı alkışlar nedeniyle çok mutlu oluyordu.
'BİR bardak çay, bir yaprak kağıt, bir kurşun kalem ve şiir kitabı'... Robert Kolej'den sınıf arkadaşı Dimitri Andriadis, öğrenci Bülent Ecevit'i işte bu cümlelerle anlatarak, "O gerçekten çok özel biri. Onun yakın arkadaşı olmak, bana gurur verdi" diyordu.