Bülent Arınç, laiklik tarifinde bir uzlaşma ararken, Anayasa'nın 2'nci maddesinin gerekçesini hatırlatmıştı: "Hiçbirzamandinsizlikanlamınagelmeyenlaiklik,herferdinistediğiinanca,mezhebesahipolabilmesi,ibadetiniyapabilmesivedininançlarındandolayıfarklıbirmuameleyetâbikılınmamasıanlamınagelir." Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu'nda yaptığı konuşmada, aynı noktaya temas etti. Laiklik iki ayağa yaslanıyor. Biri "devletintemelnizamınındinesaslaradayandırılmaması", diğeri, "dinvevicdanözgürlüğü" .Türkiye'de laiklik hususundaki tartışma "topallaiklik" anlayışından kaynaklanıyor. Eğer Anayasa'nın 2'nci maddesinin gerekçesine bakarsanız, Türkiye'deki uygulama sakatlığını hemen fark edersiniz. Tayyip Erdoğan, o toplantıda "Kemalizm" adı altında hepimize dayatılmak istenen dogmayı da şu sözlerle eleştirdi: "Atatürk,birdoktrinyadaideolojivazetmemiş,herhangibirkalıplaşmışideolojiyedayanmagereğihissetmemiştir.Onundünyagörüşününtemeliakılcılıkvebilimdir." Atatürk'ün kendisi, "Benmanevmirasolarakhiçbirdogmabırakmıyorum;benimmanevmirasımakılveilimdir" dememiş miydi? Öyleyse niçin 1930'ların kalıplarıyla düşünüyoruz? Hiç kimsenin "dirhem" ve "arşına" dönme niyeti yokken, ağırlık ve uzunluk ölçülerini "Atatürkdevrimleri" adı altında Anayasa ile koruyoruz. Türbeler açılmış, tarikatlar ise fiilen faaliyete geçmişken, "tekke,zaviyevetürbelerimenedenyasayı" geçerli kabul edip, "inkılâpkanunlarınınkorunması" başlığı altında Anayasa'nın 174'üncü maddesine yazıyoruz. Aslında, hemen hemen herkes, Atatürkçü; büyük çoğunluk da laik sisteme karşı değil. Yalnız arada bir yorum farkı mevcut ki, zaten Bülent Arınç da, Tayyip Erdoğan da buna işaret ediyor.