İnsansuretlerindenuzak.. Gördüğünüz gibi, yukarıda satırlar hep tırnak içinde.. Bana ait değiller yani.. İlia Ehrenburg isimli Rus şair ve yazarından aktarma.. Hani bizde çok bilinen ve filmi de yapılan "ParisDüşerken" isimli kitabın, Lenin Ödüllü yazarı.. Bu köpeklere dair olan yazıyı 1966'da yazıp, 1967'de de ölmüş.. İmdi ben bu satırları karalarken, daha AB'nin "He!" mi, yoksam "Söylediyokyok.." mu dediği, henüz belli değildi.. Ama AB Parlamentosu'nun "Türkiye'yeivediolarakgörüşmekararıverilmelidir" görüşünden sonra, muhtemelen "He!" demişlerdir.. 20 yıllık bir süreci kapsayacak ve sonu belirsiz bir "He!" .. O olay zaten bugün bütün gazetelerde, bütün televizyonlarda.. Eğer insan suretlerinden, onların yalanlarından, kavgalarından bıkmışsanız (Yafu"GelinimOlurMusun?"dakientrikalardan,hilevededikodulardan,birkatyadabirarabailebirkaçaltıniçinevlilikdenilenmüesseseninayaklaraltındaçiğnenmesindenve"ÜnlülerÇiftliği"ndekihalkdalkavukluğundanbıkkınlıkgetirdiahali..), İlia Ehrenburg'un "köpekleredair" yazdıklarını okumanızı öneririm..
'Neiyimillettirşuköpekler' "Londra köpekleri, beni hep şaşırtmıştır. Ama hepsinin soylu ve şımartılmış olmalarından değil, sokaklarda gezinirlerken çok terbiyeli oldukları için. Orada tasmalı köpek göremezsiniz. Londra'da köpekler bağımsız dolaşırlar, sanki köpekler için bir özgürlük anlaşması yapılmış gibi. Bakarsınız, kimileyin birbirleriyle yolda tanışırlar, kimileyin de birbirlerine aldırmadan geçip giderler. Bağımsızlıklarını göstermek için, geri dönüp de sahiplerine bir göz atmazlar bile."
***
Çehov köpekleri çok severdi. Gençliğinde "Kaştanki" adlı bir öykü yazmıştı. Zagar türünden iki köpeği vardı. Birinin adını "Brom", öbürünün adını da "Kinin" koymuştu. Köpeklerin adlarının, yazarın hekimliğinin bir belirtisi olduğu söylenirdi. Bir arkadaşı, Çehov'un yumuşak gülümseyişiyle "Neiyimillettirşuköpekler" dediğini anımsıyor. Gerçekten de köpekler iyi yaratıklardır. Leningrad'ın kuşatılması sırasında, Gruzdev adlı bir edebiyatçının kaniş türü iki köpeği vardı. Açlıktan zayıflamışlardı. Bir gün Gruzdev'in eşi, eve kocasının ve kendisinin iki günlük ekmek tayınını getirmişti. Yarım kilo, ıslak, kara, çamura benzer ekmek. İç odada telefon çalmıştı. Kadın koştu, epeyce konuştu telefonda. Birden girişteki masaya bıraktığı ekmeği anımsadı. Koşup geldi. İki köpek de, ağızlarının suyu akaraktan, büyülenmiş gibi ekmeğe gözlerini dikmiş, bakıp duruyorlar, ama ekmeğe dokunmamışlar bile. Savaşta, cephede birçok kahraman köpek görmüştüm. Pointer adlı haber köpeği, makineli tüfek atışı altında ön siperlerden komutanın yerine haber pusulalarını iletirdi. Bir de İskoçyalı çoban köpeği vardı. Sıhhiye idi. Karlı kış olduğundan, beyaz gizlenme gömleği giydirip salarlardı. Köpek savaş alanını dolaşır, bir yaralı bulunca yanına yatardı. Sırtına bağlı sepette, sargı, ilaç, yiyecek ve votka bulunurdu. Yaralıya ilkyardımı yaptıktan sonra, gider, hastabakıcıyı bulur, yaralının yanına getirirdi. Yaralılar, köpek koşulu kızaklarla, savaş alanından sıksık geriye taşınırdı. Kızak taşıyıcı Eskimo köpekleri arasında ikisi birbirine düşmandı. Ama iş sırasında, kızakla yaralı taşırken hiç kavga etmezler, yavaş yavaş kızağı çekerlerdi. Ama koşumları çıkartılır çıkartılmaz, hemen kavgaya tutuşurlardı.
***
1945 yazında, Leningrad'daki kuşatmayı yaşamış, orduda iş görmüş ve sağ kalabilmiş köpeklerin sergisi düzenlenmişti. Bu sergideki kahramanlar arasında, 4 binden çok mayın bulmuş olan bir kahraman köpek de vardı. Bir kulağı kopuktu, bir mayın patlamasında ucuz kurtulmuştu. Kapitalist dünyada, köpeklerini delicesine seven zengin kişiler için dolaşan saçma sapan söylenceyi yalanlamak isterim. Sözde bu zenginler, köpeklerini tapar gibi severlermiş. 1940 yılının Haziran ayında Paris'teyken, Fransa Hükümeti'nin ihanetine uğramış olan Paris halkının kenti boşaltıp gidişini seyretmiştim. İlk önce zengin mahalleleri boşaltılmıştı. Ölü sokaklarda, zengin sahiplerinin salıverip kaçtığı, bırakılmış çok iyi cins köpekler başıboş dolaşıyorlardı. Zenginler kaçtıktan sonra, işçi mahallelerinde oturanlar da evlerini bırakıp yollara düştüler. Kenti bırakıyorlardı. Kimileri, el arabalarıyla eşyalarını taşıyorlardı. Bunların aralarında, koyunların da, köpekçiklerini de götüren birçok yaşlıyla çocuk da gördüm. Savaş yıllarına dönelim. Bizim Buzu adlı köpeğimiz, hiç de korkak değildi. Ama Almanlar'ın Moskova'yı bombardımanlarından birinde, karım, Buzu'yu apartmanın dokuzuncu katındaki evimize bırakmıştı. Çünkü, önceleri köpeklerin sığınaklara girmeleri yasaklanmıştı. Biz sığınaktayken, Almanlar'ın bombardımanıyla çarpan hava dalgası, zavallı Buzu'yu bayıltmıştı. Eve döndüğümüzde ayılttık. Bu korku, Buzu'da kaldı. Bundan sonra ne zaman top gürültüsü olsa, korkuyla pencerelere bakardı. Karımla ben pencereye yaklaşacak olsak, pencereden uzaklaştırmak için yapmadığını bırakmazdı." Arkası yarın...