Güzin artık yok.. Artık çok şey yok.. Şimdilerde gele gele hep güz geliyor..
Biraz eskilerde, aklına esip de, Güzin eve uğradığında sanki dünyalar benim olurdu.. Zeytin yeşili gözleri, gece siyahı saçlarıyla Güzin geldi mi hayatım hep şenlenirdi.. Bir Güzin ki hep yenilesi, hep içilesi, hep koklanası, hep öpülesi... Bir Güzin ki saati hep aşka kurulu.. Güzin artık yok.. Artık çok şey yok.. Şimdilerde gele gele hep Güz geliyor. Ayva sarı, nar kırmızı bir sonbahar.. Yağmurun camlardaki tıp tıp eden hüznü, yerlerde savrulan ölü yapraklar.. Gazetelerde çoğalan ölüm ilanları.. Aha bir Eylül daha.. Gelip geçen bir Eylül.. Sizleri bilmem ama, beni, delip de geçen bir Eylül.. Oysa bi tarihlerde nasıl da takmıştım ben bu Eylül' e.. Yemin bile etmiştim, ikinci bir kızım olursa ismini Eylül koyacağıma dair.. Neden bilmem bir Eylül tutkusu.. Belkim de durduk yerde bir Eylül vurgunu.. Belkim biraz melankoli, belkim çokca hüzün.. Oysa şimdi Sabahları çok erken kalkıyorum.. Kardeşimin Yeşilyurt'taki evinde, balkonda, biberona konulmuş sütümü pipetle içmeye çalışırken, Eylül'ü seyrediyorum.. Biraz ötede deniz.. Son birkaç gündür karıncalar su içmeye iniyorlar desem yeri.. Kıpırtı yok.. Deniz, tekmil küskün.. Sonra, saat biraz ilerleyince temmuzdan, ağustostan ödünç alınmış bir güneş.. Eylül'ün bonkörlüğü üstünde.. Ula, Ağustos dedim de.. Bildiğim, içinde yaşadığım kadarıyla ne soysuz ne Allahsız bir aydı o.. Bu İstanbul milleti, geçtiğimiz Ağustos, eğer tebahur edip toptan gitmediyse, yani buharlaşmadıysa şimdiye değin, verdiği sadakaların sevabınadır.. Tuzu kuru olmayanların.. Mavi yolculuklara çek kesemeyenlerin kıçlarının önlerine düştüğü bir cehennemi sıcak.. Garip kısmının kıblesini şaşırtan.. Bildiğimiz şey, hiç yadsıdığımız filan yok.. Bu İstanbul, baştan ayağa macera bir şehir.. Zilli mi zilli.. Ne zaman ne bok yiyeceği belirsiz.. Bir kış yapar kıçınızı dondurur.. Bir yağmur yağdırır sokaklarda yüzdürür.. Bu sene de bir Ağustos yaptı ki, deve tabanı gibi yakmacasına..
***
Gelip de geçmekte, delip de geçmekte olan bu Eylül'ü ben çocukluğumda günahım kadar sevmezdim.. Nefret ederdim.. Dağarcığımın yettiğince anasına bacısına söverdim.. Çünküm neden.? Çünküm öncelikle okullar açılırdı da ondan.. Sonracığıma, bisikletin bodruma kilitlenmesi.. Futbola veda.. Hele hele o tadına doyulmaz yaz günlerinin, pazar gezmelerinin bitişi.. O pazarlar ki, dolmalarıyla, köfteleriyle, börekleriyle ya Adalar'a ya Beykoz'a, ya Sarıyer Büyükdere'ye gitmeler.. Haşlanmış mısırlar, kağıt helvaları, mangallarda ızgaralar, ağaç altlarında salıncaklar, püfür püfür öğlen uykuları.. Eylül dedin mi bunlar biterdi.. Bir de en fenası.. Açık hava sinemalarının kapanışları.. Eğrelti otları üstüne kondurulmuş kavun karpuz sergilerindeki iskarpit lambalarının bir daha ki yaza kadar söndürülüşü.. Eylül, çocuklukta bile öfke ile karışık bir hüzün.. Ben hep öyle duyumsadım.. Günümüzde de aynen..
***
Şimdi kalkıp Sarıyer'e gitmek var.. Kavaklar'a uzanmak.. Yoo, rakıdan balıktan vazgeçtim.. Canım, o canımın içi Kavak incirlerinden bir çekti ki.. Boğaz seferi yapan bir geminin kıçında, pervanelerin köpükleriyle söyleşerek.. Arada bir rastladığın martılara laf atmak.. Kıyıda istavrit çekmek için uğraşanlara el sallayarak, bir günü gün ederek, cümle pisliklerden, yalanlardan, dolanlardan arınarak, kanseri-manseri dert edinmeyerek, oralara bir uzanmak.. Bütünüyle denize karışmak.. Bunları yapmak var ya.. Ama nerede.. "Bakakalırım giden geminin ardından; Atamam kendimi denize, dünya güzel; Serde erkeklik var, ağlayamam.."
***
Eehh, artık yaz bitti.. Siz, sittir edin pastırma sıcaklarını filan.. Vaktiyle Güzin gelirdi, şimdi iyiden iyiye güz geldi.. Gözünüzü bir açıp, bir kapayacaksınız, yağmur-çamur.. "Bir yaz geçti Tozu dumana katarak Kavun, karpuz yüklü Bir yaz geçti Bütün iştahalar tetikdeydi Ağaçlar kolum kanadım kadar benim Deniz, anam babam kadar iyiydi Bir yaz geçti yanı başımızdan Dişimizden tırnağımızdan"