Bugün 30 Ağustos -ki bence en büyük bayram olması gerekir..- Hani Türk'ün gerçekten ateşle imtihanı.. Hani, "Topların çelik ağzı, çaldı bir hücum marşı" günler.. O kutlansın önce.. Ve yarın öbür gün aha işte Eylül.. Bir yeni baştan Eylül.. "Yağmurun camlarda damla, damla hüznü" bir yeni Eylül.. Bana, 1998 yılının Eylül'ünde birisi deseydi ki "Sen 2004 yılının Eylül'ünü de göreceksin" diye incitici bir şaka diye düşünürdüm.. Benimle alay ediyor sanırdım.. Yaz yorgunu bir Eylül'de, kanser yorgunu bir ben.. Gündeminde ondan başka bir şey olmayan, bir asır kadar uzun hallere dönüşen, o zaten konumu gereği hüzne kesmiş Eylül'de her gün ama her gün bir hastahane mahzeninde ışınlara, şualara yatmaya mahkum bir vesaire vesaire adam.. Bana 1998 yılının Eylül'ünde birisi deseydi ki "Sen 2000'li yılları da göreceksin çocuğum.." Ben ona, ağlaya ağlaya gülerdim bütün sarkaçlarım ve dikeçlerimle.. Bir de zaten var olan, ama içimde gizlediğim öfkemi üç beş kat katlardım hani.. Öfke dedim de, ben hem kendimde, hem bu derde düşmüş çok insanda gözledim, seyre durdum o öfkeyi.. Öfkenin büyüğünü, göğüs yani meme kanseri olmuş kadınlarda gördüm.. Kendilerini tacize, tecavüze uğramışlar gibi hissediyorlardı.. Kutsal olarak kabullendikleri vücutlarından, en ama en kıymetli bir parçalarının memelerinin alınmalarına isyanların en büyük bayraklarını dikiyorlardı.. Ve hep öyleler... Karaciğer.. Bir de fena kırgınlık, küskünlük içe dönmeler yapıyor.. Ağrılarından hiç söz etmiyorum.. Ve benim kanserimle beraberliğimin üstünden 6 yıl geçti.. Geceleri sarmaş dolaş yatıyoruz.. Bana şimdilerde pek elleştiği yok.. Ondan gizli kayıntım sağlam.. Meyve, sebze bol miktarda kayısı, şeftali, üzüm.. Hep mikserden geçirilmiş, ama posalarıyla birlikte.. Ve hep yineliyorum 6 yıl geçti.. (Bakarsınız yarı kıç altı oluruz, o başka.. Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı..) İki üç defa bağırıp-çağırıp küfrettim ona.. Karaciğerim orospuluk ettiğinde: "Ula pezevenk kanser.. Malına sahip çıksana.. Bak, az kala senden önce birileri alıp götürüyorlardı beni.." Ben kendi kendime taktım o "yaralı yüz" lakabını.. Eskiden Babıali'de "Golden Boy" derlerdi.. Sittir edin atın o çocuk masallarını.. Hepsi maval.. Ama onurlu olmak kaydıyla sonuna kadar yaşamak sanırım asli görevimiz.. Orhan Veli'nin o rübaisini bilir misiniz? "Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta.."
***
Yandaki yazı bir geçmiş zaman acılı Eylül yazısıdır.. 1998 yılının Eylül'ü.. O günlerin Eylül ve kanser yorgunluğu içinde yazılmıştır.. Ha bi dip not: Ve de asıl kanser, 30 Ağustosları bilmeyen bir nesildir..