Şimdiki zamanlarda, fena halde azgınlığı kudurganlığı üzerinde.. Bildiğim, gördüğüm, duyduğum kadarıyla kasıp kavuruyor her yerleri.. Hani kışları deriz ya: "Yağmur, kar, soğuk, kış kıyamet.." Ya da sıcak yaz günleri için, "Sıcak, toz, toprak, rutubet, yaz kıyamet.." diye.. Günümüzde, dört bir yerlerimiz "kanser kıyamet".. Ben oraları yakından bilirim, hastanelerin kanser koğuşları lebaleb dolu.. Onkoloji servislerinin önlerinde çoluk çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç yığınlar.. Radyoterapi ve kemoterapi servislerinin önlerinde uzayıp giden kuyruklar.. Beter saldırganlaştı deyyus! Nasıl, nerede, ne zaman ve nereden vuracağı hiç belli değil.. Ama yine de umutsuzluğa düşmek hiç yok.. Umut hep vardır.. Mesele ona esir düşmekte değil, teslim olmamaktadır..
***
Bakın, benimki, yani benim kanserim 6 yaşına bastı.. Önceki gün 23 Ağustos'ta da birlikte, sadece ikimiz yaş gününü kutladık.. O ve ben.. Ve demem o ki yaşıyorum işte! Ama gel gör ki hala televizyona çıkan, ya da çıkartılan bazı deyyuslarla, bazı lanetli baykuşlarda hep benzer söylemler: "Kanser kemoterapi ile, radyoterapi ile tedavi edilmez.. Onun ilacı bende.." söylemleri.. Aileleri, tanışları ile milyonlarca insan bunları dinliyor, büyük umut kırgınlıkları içinde.. Ve de onların en büyük ilaçları, umutları.. Moral kalelerine saldırılıyor onların.. Deli divanelere dönüyorum o zamanlar.. Bir de.. Hele bir de o kansere yakalanmış olanlardan hastalığın gizlenmesi.. Bazı hekimlerin ailenin isteğiyle bunu hastalarına söylememeleri.. Yafu kişi savaşacağı düşmanını bilmeli.. Ona, dişi tırnağıyla girişmeli.. Bu çoğunlukla ölümcül savaşta, gerekli olanlar anlatılmalı.. Savunma mekanizmasını çalıştırabilmesi ve direnmesi için haberdar edilmeli.. Ve bir doktor günde 50 hastaya bakmak zorunda olmamalı.. Çapa'da, günde üç kez karşısına çıktığım bir hekim, her defasında şikayetimin ne olduğunu soruyordu bana; hiç unutmam.. İmdi okuyacağınız yazı, benim kanser olduğumu öğrendikten sonra yazdığım ilk yazıdır.. Aslında perişan hallarımı anlatan bir yazıdır.. Korkumu, öfkemi gizlemeye çalıştığım, içlerimdeki bir yerlerin buz kestiğini anlatan satırlardır.. Takvim'in arşivinden çıkarttırıp getirttiğim bu yazıda; eşcinsellerin, Başkan Clinton'ın ne işi vardır örneğin? Hele alkol, kel alaka? Saklanmaya, gizlenmeye çalışılan bir paniğin göstergesidir bu yazı.. O ruh halini atlatmam bir süre aldı.. Bir zaman sonra, içimdeki direnişçi güçler, kanserin lafını bile dışlamaya başladılar.. O kanser aklıma geldiğinde, eski semtim Aksaray'ın külhani ağzıyla mırıldandım hep: "Heyyy! Bırakalım bed lafları../Edelim g.t lafları.." Öyle yaptım.. Takmadım, sallamadım.. Bakın, kanserim 6 yaşında ve ben hala yaşıyorum.. Sakın yanlış anlaşılmaya: "Ben kanseri yendim" demiyorum.. Haşa.. Dediğim, hala hayatta olduğum..
***
İşte, o sözünü ettiğim ilk yazı.. Ve bu arada, ben kanser olduğumu öğrendiğimde hiç "Neden ben?" diye sormadım.. Sadece bir şey yaptım.. O kanserle çok haşir neşir olduğum günlerde yoldaşlık yaptığım çocuk kanserlilerle ilgili, gizli-kapalı yerlerde çok bağırdığımı anımsarım hala: - Neden onlar? Unutmayın, kanserim 6 yaşında ve ben yaşıyorum.. Umut hep vardır.. Taa, inceldiği yerden kopana kadar.. Ve, "Sen kansersin.." denildikten sonra bende başlayan macera..