Evde arıza var..
Çoğunluğu, istatistiklere göre ya açlık sınırında ya da altında yaşayan, buna rağmen yine de mutlu olduğunu söyleyen asil ve necip Türk milleti, haftanın ilk günü pazartesi sabahı da yine Tülin ve Caner'le uyandı.. Ula ne saadet.. Hangi ülke insanının bir Tülin ile Caner'i var? Onlar mutlu olmayacaklar da kimler olacak? Yine, "Kuşumun Aydın'ı"nın çadır tiyatrosundaydılar.. Oynadıkları piyes, hep aynı piyes.. Aynı sinema.. Keriz kısmının en çabuk tava geldiği cinsten bir "Aşkın Gözyaşları".. Ve "Evlendiler..", "Evlenmediler.." muhabbetleri.. 1950'li yıllarda, akıl almaz bir Mısır filmleri furyası vardı İstanbul'da.. En çok da Yusuf Vehbi ve Emine Rızık'lı filmler.. Onların, en birinciye geleni, aylar boyu afişlerden inmeyen "Aşkın Gözyaşları" filmi.. Allah'ına kadar ağlaklık olunan bir film.. Yusuf Vehbi, Caner, Emine Rızık, Tülin.. Ben TV'yi açtığımda, sabahın köründe boya küpünden çıkmış bir hallerde kameralara profil veren Tülin'in karşısında, Caner ağlama rollerindeydi.. Bir zaman ağladı, sonra bir şeyler söyleyip gitti.. Ardından Tülin ağladı, sonra o da gitti.. Seyre gelenler için "yandı paralar".. "Kuşumun Aydın'ı"nın, bu sıralarda ödü bilmem nesine karışmakta.. Biliyor ki, bu ikisi bir gün topyekün çekip giderlerse, sonu Darülaceze.. Çünküm; yok reyting, yok mama.. Bir de anlayamadığım, bu "Kuşumun Aydın'ı"nın bu ikisinin evlenmesi için orasını-burasını acayip yırtması.. Yafu sana ne? Giren, çıkan mı var.? Gerdek gecesi, başlarında leğen, ibrik mi tutacaksın a adamım? Yazık oluyor aslında bu çocuklara.. Seans başına ne götürüyorlar bilmem ama, işin sonunda "klinik vaka" olma durumları da var.. Durup durduk yerde, kendilerinin ve birbirlerinin saçlarını- başlarını yolmaları da olası.. Allah muhafaza, Boğaz köprüleri bile.. Ama yine de, önümüzdeki günlerde "Kuşumun Aydın'ı"nın çadır tiyatrosu ve kumpanyası ile bir Anadolu turnesine çıkarlarsa, hiç şaşmayacağım..
Kadınlara mahsus.. Kadınlar, İstanbul'da gazinolar kapanınca, başlarda bir iyice kötülediler.. Çünküm; Maksim olsun, diğerleri olsun, haftanın bir günü "kadınlar matinesi" yapıyorlardı ve onlar dolmaları, börekleri, köfteleri ile günlerini gün ediyorlardı, itişe-kakışa, dövüşe-dalaşa.. Ama o iş, mayna oldu.. Bereket versin ki, televizyonlar hemen sezinleyip bu durumu, hiç gecikmeden kadınlar için matineler değil de, çadır tiyatroları açıverdiler.. Hemi de evden eve servis gibi bir kolaylıkla.. Beğen, seç, git.. Örneğin Seda Sayan Tiyatrosu.. Onun değişik bir işlevi var.. Evliya türbesi gibi, mübarek bir yer.. Millet, "Sümbül Efendi"ye, "Telli Baba"ya gider gibi gidiyor.. Eli, kolu, bacağı eksik olanlar.. Kalp, karaciğer, böbrek nakli bekleyenler hep "Seda'nın yatırı" nda.. Şarkı, türkü, göbek, Seda'nın felsefi öğütleri, bilgece anlatılar, ooo gel keyfim gel.. Bir yanda "Ağla gözlerim ağla..", öte yanda "Kuşumun Aydın'ı" ile "Vur patlasın, çal oynasın.." "Kuşumun Aydın'ı" ile Seda bitti mi, bitti.. Hiç dert değil.. İki ayrı kanalda, iki ayrı "Kadının Sesi".. Bir de, format değiştirip seyirci almaya başlayan "A'dan Z'ye".. "Kadının Sesi"nin ikisinde de; genellikle ihanet, terk edilmişlik ve en çok da kadınların yedikleri dayakların sesleri.. Bu arada, sıkça baş bağlandığı da oluyor bu programlarda.. Yasemin Bozkurt, pazartesi günü yine bir düğüm attırıverdi programında.. Bu programlardan birinde, geçenlerde 14-15 yaşlarında bir kız çocuğu söz aldı ve olayı hülasa ediverdi: "Annem, sabah erkenden kalkıyor.. Mahalleden arkadaşlarıyla buluşuyor, sonra ya otobüs ya da minibüse binip, değişik iki programa katılıyor.. Akşam eve geldiğinde, elini kaldıracak hali olmuyor yorgunluktan.. Bir çay bile koyamıyor ateşe.." Sonra bittabi, "Kadının Sesi" oluyor "dayağın sesi".. Bu programlarda kadınlar, eğer konu mankeni bir erkeği düşürürlerse ellerine, bağırsaklarına kadar çekiştirmekten de geri kalmıyorlar.. Alıcı kuşlar gibince, çöküyorlar başına.. Hele ihaneti kanıtlanmış bir zavallıyı yakaladılarsa, lokma lokma ediyorlar.. İtin-köpeğin önüne atsan, yemeyeceği laflar ediyorlar..
Hiç bahar görmeyeyim.. Konu televizyonların çadır tiyatrolarından açılmışken, bir "İkinci Bahar" var ki, aman abi.. Aman abi, istemez eksik olsun.. Ben hayat boyu karda-kışta anadan üryan yaşamaya razıyım, orada olanlara takıldıkça.. Yafu, böyle türlü-çeşit kadın, erkek birtakım kişileri aynı yerde mecburi iskana tabi tutarken, bunlar önceden tıbbi bir kontrolden geçirildiler mi? Kalpleri, tansiyonları, kolesterolleri, menopozları, andropozları ne alemde ve de en çok kafaları.. Aralarına gizli-saklı bir hafifimtrak deli sızmış mıdır? Ya da tehlikelisinden bir şizofren, bir manyak, bir paranoyak, bir psikopat var mıdır içlerinde? Bu husus, bir iyice araştırılmış mıdır? Evdekilerden bir bayan, yazıldığı bir erkeği mayo ile havuzun başında güneşe yatırmış yağlıyor ki, şakur- şukur ve en olmayacak, balta girmemesi gereken ormanlarına kadar.. Ve millet seyrediyor.. RTÜK de aynen.. Programda bir de sunucu hatun kişi ki, yapmacıklığın doruklarında.. Evde entrikanın, ayak oyunlarının, dedikodunun, fetbazlığın her türü, onun dudaklarında yalancı bir tebessüm ve hep aynı laflar: "Bu aşk evi.. Bu duygu evi.. Sizler büyük sevgi ve duygu ustaları.." Ula bayılacam.. Sonra, "Söylemedi.." demeyin.. O aşk evinde, o duygu evinde bir sakatlık var.. İster manyak deyin ister psikopat, biri var.. Ve muhtemelen, bizim millet yine onu birinci seçer.. Eee deli deliylen, ölü ölüylen.. Bekleyin göreceksiniz.. Darbukatör arkadaş durumu çabuk fark etti, bir an önce evden tüymeye bakıyor ama, işi zor.. NOT: Bu yazı, Caner'in intihara yarım teşebbüsünden önce yazılmıştır.. Yakında arkası da gelecektir.. Bekleyin.. Az sonra..
|