Her şeyin yine eskisi gibi olması mümkün değil elbette... Çocuktuk bayramlar başkaydı. Acaba, biz büyüdük ve kirlendi mi dünya mı demeliyiz?.
Bir televizyon reklamında görmüştüm. Yaşlı teyze ve amca bütün hazırlıklarını yapıp beklemeye başlıyor. Neyi? Kendilerini bu bayramda hatırlayacak olanları. Hatırlanmak önemli mi? Elbette. Var sayılmak önemli bir duygu. Önemsenmek... Bayramlarımız bunun için var belki de. GÜNEŞ BİLE BAŞKA DÜŞERMİŞ Ramazan ayını geçtik. Geldiği gibi gitti. Gidişine bayram koyduk. Ama gidişine sevindiğimizden değil tabii. Her yıl bir kez oluyor. Her yıl bir kez bayram diye yaşlılar hatırlanıyor, saygılı olmak, emek bilmek nasıl bir şeymiş o dilleniyor. Bir de en çok şöyle deniyor; 'Nerede o eski bayramlar?' Denilen o ki; güneş bile bayram taşlığına bir başka düşermiş. Bayramlıklar düzülür, temizlik yapılırmış; bayram temizliği. Yeni ayakkabılarıyla yattığı olurmuş çocukların... Peki, her şeyin yine eskisi gibi olması mümkün mü? Değil elbette. Aslında eskiyen ve geçen üzerine bu kadar üzülmeden şöyle desek; çocuktuk bayramlar başkaydı. Acaba 'biz büyüdük ve kirlendi mi dünya?' demeliyiz? Bayramın ilk gecesi Hasköy kıyılarından tarihi yarımadaya bakıyorum; Sultanahmet, Beyazıt silüetleri... Pırıltılar; Balat kıyısında... Yakamozlar düşüyor Haliç'e. Kızkulesi karşısında mısırcı karanlıkta nafakasını arıyor. Gün dönüyor Üsküdar sahilinde bir simitçi tablasındaki simitleri satmanın derdine düşmüş. Bayram biraz da o tabladaki simitler bittiğinde gelecek onun için. Bir baloncu elinde ipin ucuna bağladığı balonları yükseklere çıkarmış yürüyor Beykoz'a doğru. Elinde balonlarla yürüyen bir baloncu; bir bayramı ondan çok ne tanımlayabilir? Onun mahalleye girdiği andaki sesi? Evet, o ses işte bizi çocukluğumuza götürüyor; o eski bayram sabahlarına.