Herkes Eylül'ü yaşıyor. Arkadaşlarıma mesajlar yolluyorum; "Biz neyi anlatıp durduk bunca yıl / kitaplar okuduk ve satırlarını çizdik bir bir / biz neyi anlatıp durduk bunca yıl!" Bir mesaj düşüyor sabah telefonuma; "Akşam televizyonlarda şimdi gazetelerde... İçim acıyor. O yılları en az kayıp ile atlatmamızın burukluğu ve ödenen bedeller!" Her cümle boğazımı tıkıyor. Her sözün altını çiziyorum okurken. Aklımda o pişmen imgesi şiirlerin; "Biz neyi anlatıp durduk bunca yıl!"
Neyi anlatıp durduysak o çıkıyor her sokakta karşımıza. Her köşebaşı yaşadığımız tarihe düşman. Altalta sıralıyorum 28 yıl önce olanları; "650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişiye idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi.
50 kişi idam edildi, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 171 kişi işkenceden, 14 kişi açlık grevinde, 95 kişi "çatışmada" öldü, 30 bin kişi "mülteci" olarak yurtdışına gitti, 98 bin 404 kişi "örgüt üyeliğinden" yargılandı, 16 kişi "kaçarken" vuruldu, Cezaevlerinde 299 kişi öldü, 300 kişi de kuşkulu şekilde öldü."
Devam ediyor mesajlar; "Azınlıktayız, unutuyoruz!" Kalbimizin azınlıkta kaldığı doğrudur. Sevgi bile bizden çok artık. Neyi anlattıysak aklımızın bumerangı, hangi yolu hangi yola yürüdüysek bir çıkmaz sokak. O yıllarda yaşadıklarımızın bir şeye yarayıp yaramadığını soruyor bir aklı evvel. Bir aklı evvel şimdi olsa yapar mıydılar diye soruyor Soruları canıma işleyen hançer.
Susuyorum; susmanın bütün anlamlarıyla ve sevgilim ölü kuşlar taşıyarak geçiyor suskunluğumun önünden.
Suskunluğum mezar taşı çünkü suskunluğum bir yüce gömüt. Benimle konuşurken ellerini koyacak yer bulamayan o kız nerede şimdi? Sorular düşüyor aklıma. İçimin en görkemli yerinden geçiyor sorular. Bir kız; ellerinde bir çiçek demeti taşıyarak ilişiyor yanımıza. Saçları saman sarısı bir kız; içimizin yapraklarını toplamış yeryüzünden; "Şimdi diyor daha diyor!" Söylediklerini bir çengelli iğneyle tutturuyoruz mavi göğün yakasına.
Şimdi "anımsanan ne varsa acıya dönüktür biraz da yüzü!" diyor yıkılmış bir anne. Bir baba "Her ömür kendi gençliğinden vurulurmuş!" diyor çaresizlik içinde.
"Yaşanan ne varsa yasak bir kitap gibi durmakta şimdi!" diyorum denizin kıyısında; "Ve ne varsa yaşanılmış ve paylaşılmış / yasak bir kitap gibi durmakta şimdi / ve hala sımsıcak durur anılar / sımsıcak ve boynu bükük!"
Ey hayat; "Eylül dersem hüzün anla / eylül dersem hüzün anla!"