Tatille karışık iş güç yapmanın tadı da var tatsızlığı da. Şimdi saysam bin türlü mızmız yapmam gerekir, siz nasılsa aynı şeyi yaşamışsınızdır, anlarsınız deyip geçiyorum. Ama iyi taraflarından birini ille de öne çıkarıp orada bırakacağım. O da şu; kafan nispeten sakinken anılara dalmak, hatıraları nakletmek, paylaşmak pek hoş oluyor. İşte izdüşümlere bu hafta damgasını vuracak tepeden tırnağa İstanbul kokan bir anı.
MİNİ SÖRF Elbet bunlar da var. Lakin sokaklar, daha binlerce insan hikayesi emziren 7 memeli dev anası. "Bizi okuyun" dediğimiz insanlara, kendi gibilerle karşılaşacak kavşaklar yaratmazsak, o yola niye sapsınlar ki? Felsefeyi avuta atayım da, görüp, dokunup, paylaşılarak yaşanan sokak hayatlarından bir mini sörf yapalım gelin.
NE HANZOYUM BEN!.. Tünel'den Karaköy'e inen o tek vagona binip-inmeyeli yıl oldu. "Hadi" dedim aklıma, yürüdüm sığdım içeri. Takunyayla ortalıkta dolaşanı hiç görmemiştim, o da nasip oldu. Ayaklarına bakmamdan rahatsız olan adam, zorunlu hissetti kendini. Paçalarını elleriyle sıvazlayıp yüksek sesle konuştu. - Ayağımın elektriğini alıyor. Doktor söyledi yapıyorum. Siyatik var, romatizma var. Deliyim sanma Savaş Ay. Ya da başka mana verme!..
DIŞ BÜKEY Hanzoluk bende. Ne bakarsın adama müfettiş gibi?.. Neyse. İki dakika sonra Karaköy'deyim işte. Çıkış kapılarından biri Hırdavatçılar Çarşısı'nın oraya açılıyor. Arada kanal gibi bir ufak sokak var. Keşif müthiş. Daire şeklinde, dışbükey aynaların imalatı o sokaktaymış. Amma da arayıp, bin zorlukla eskiciden bulmuştuk klip çekimi için.
OTOBAN GİBİ Çarşıyı turlasam fena olmaz dedim, girdim. Esnafa bak, ne de çok dert biriktirmişler. Kaç tane dükkan gösterdiler, kira parası çıkmıyor diye kepenk kapatmış, içini boşaltmış. "El arabaları mallarla dolu dolu cirit atardı burada. Trafik tıkanır, şişerdi ana caddede. Bak otoban gibi oldu Perşembe Pazarı. Trafik vızır vızır. Hayırlara alamet değil bu" diyorlar. İçime kasvet çöküyor üüüf!..
MERHUM TIYATRO Gerisin geri yürüyüp yine biniyorum tünele. Çıkınca arabayı sotadan alıp Şişhane üzerinden Piyalepaşa'ya yuvarlanıyorum. Aklıma geliyor birden. "Ne oldu şu Şan Tiyatrosu acaba?" Oraya ulaşayım derken Ermeni Hastanesi'nin bahçesinde buluyorum kendi mi. İyi de oluyor. Çünkü merhum tiyatronun tek girişi o hastaneden.
ŞANI KALDI Bisikleti kırılmış çocuk gibi oluyorum içeride. Kabak oyacağıyla oymuş, bıçakla da kabuğunu soymuşlar mekanın. Sıkışık nizam döşenmiş eski tip tuğlalardan mücessem, iskeletine beş kalmış bir tiyatro cesedi. Rahmetli Egemen Bostancı şu hali görse, tam ortasına uzanır yatar, bir daha ölürdü peeeh!..