Maradona filmini izlerken aklıma geldi; futbol filmlerinin sayısı sanıldığından daha fazla... 150 film üzerinden çok da söz söylenemeyecek ya da izleyicinin ilgisini çekmeyecek diye düşünülen bir alan için hatırısayılır bir rakam aslında. Eee sinema perdesinde göründüğünde başka şeyler içeriyor olması onun ikinci kez okunmasını zorunlu kılıyor belki ama sinema dili açısından hem riskli hem de anlatımı güçlendirecek bir mecrada olmaktan uzak olarak da değerlendiriliyor. Oysa Arjantinli Futlbol İlahi Diego Armando Maradona'nın yaşamı her öykü gibi kendi iç gerilimini de içinde taşıyor. Bunun için Atilla Dorsay'ın dediği gibi evet; 'hem bir futbol hem de sinemasever olmak!' zorundasınız. İtalyan yönetmen Marco Risi'nin filmi Tanrı'nın Eli; Maradona'nın bir sözünden esinleniyordu. Küçük adam büyük konuşuyordu çünkü!
1982'de Falkland Adaları krizinden sonra bilenmiş iki ulus, -bu durum futbolcuları ne kadar bağlar ki?- karşı karşıya geliyordu; ya da iki ulustan olayı hâlâ hatırlamak isteyenler için bir rövanş niteliğindeydi demek daha doğru olacak herhalde. Ama Maradona 22 Haziran 1986'da Dünya Kupası Çeyrek Final karşılaşmalarında ki olay mahalli Mexico City Asteka Stadı'ydıİngiltere'nin Arjantin'e yaptığının aynını yapıyor; çaktırmadan eliyle dokunduğu top ağlarla kucaklaştığında Arjantin; yukarıda dediğimiz gibi rövanşı alıyordu. Açık MaviBeyazlılar ve özellikle Maradona bu gole çılgınca sevindiler ama maç bitimi kendisine uzatılan mikrofona tarihsel bir yanıt ekliyordu; "O Tanrı'nın eliydi..."
İşte filmin adı 'futbol ilahı'nın söyleminden esinlenerek verilmiş. Marco Risi'nin filmini 9 yaşında başlayan öykünün uyuşturucuyla nasıl sonlandığını anlatan bir ibretlik çalışma olarak değerlendirmek daha doğru olacak. Böyle bir hikaye de 1988 Avrupa Kupası karşılaşmaları için vardı. Hollandalı Portakallar onların lakabı buyduAlmanları yenince bir profesör üniversitenin koridorlarında; "Yaşasın bisikletlerimizi kurtardık!" diye bağırarak koşmaya başlamıştı. İşin aslı sonradan anlaşıldı. Bu küçümen adam Almanların Hollanda'yı işgali sırasında el koydukları bisikletlerden birinin sahibi çocuktu...
Benzer duygular Tanrı'nın Eli'nde de görülebilir. Düş kırıklığı, ihanet, yükseliş ve düşüş, dostluk, dayanışma, aile sevgisi, aşk, vatana bağlılık... Tıpkı yaşam gibi...
Bizdeki örnekler ise bir elin parmakları kadar belki; Galatasaray'ın efsanevi futbolcusu Metin Oktay'ın Gönül Yazar, Erol Taş, Ayten Gökçer'le başrollerini paylaştığı 'Taçsız Kral', Kemal Sunal, Suna Yıldızoğlu ve eski Fenerbehçe kalecisi Yavuz Şimşek'in rol aldığı 'Gol Kralı', İlyas Salman'ın 'Ya Ya Ya Şa Şa Şa'sı, Aydemir Akbaş'ın 'Futboliye' adlı filmleri 'bizimkilerin' olaya yandan yanaşması olarak adlandırılabilir. Kitap düzeyinde hatırı sayılır bir mesafe yakalandı ama biz bu film işinde hâlâ çoook gerilerdeyiz. Televizyondaki 1-2 futbol konulu diziyi de saymazsak bu alanda oldukça fakir sayılırız. Hem de Memduh Ün gibi Beşiktaş'ın 50'li yıllardaki acar sağ beki Ümit Efekan gibi 'topa ayağı deymiş'lerimiz varken... Klasik söylemle; "Elimizden geleni yaptık; film ya da filmler yapmaya geldik ama olmadı... Bu film kadrosuyla bu kadar... Bu film-maç biter, öbürü başlar... Artık önümüzdeki filmlere bakıcaazz."