Eskilerin dediği gibi "dini-imanı para" olan ağırlıklı sermaye, "Al gülüm ver gülüm" siyasetiyle halkı söğüşlüyor. Eskiden parası olanlara sunulan yalancı cennetler, artık kıt-kanaat geçinenlere de takdim ediliyor. "Şimdi al, 2 ay sonra öde", "Sigara parasına 24 ay vade" gibi beyin yıkayıcı tüketim fetbazlıklarının ardı arkası kesilmiyor. Birbirinden cazip görünen kampanyalarla milletin iştahı kabartılıyor. Görüyorsunuz; hemen her konuda çok özel kanunlar çıkartıp kendilerini de yasal anlamda rahatlatacak kadar uyanık olan siyasi iktidar, sıra bankaların kredi kartı faizlerinin indirilmesine gelince yan çiziyor. Toplumdan yükselen haklı ve makul isteklere kulaklarını tıkayıp "Ekonominin kurallarına aykırı" diyor. Bu şekilde tefecilere bile rahmet okutacak faiz rakamlarının indirilmesini engelliyor. Hal böyle olunca, 6 yıl önce, AKP'nin iktidara geldiğinde bankalara olan 7 milyar dolar civarındaki kredi kartı borçlarının da 120 milyar dolar gibi devasa bir rakama ulaştığı görülüyor. Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) hazırladığı rapordan da anlaşıldığı üzere, Türk ailelerinin borcu son 4 yılda 7 kat artmış oluyor (Banka kredi kartlarında ise 17 kat artış var.)
İnsanlığı tehdit edenler Bu sarmalda kıvranan milyonlarca insanımız çaresizlik içinde umut ışığı beklerken, Sabah gazetesindeki bir haber dikkatimizi çekti. Gazi Üniversitesi öğretim üyeleri bir araştırma yapmışlar. Küresel ve ulusal anlamda milyonları tehdit eden 2 önemli unsurdan birinin banka kredi kartları, diğerinin de sayıları hızla artan alışveriş merkezleri olduğunu belirtmişler. Gerçekler bu kadar açık ve net ortada iken Türkiye'yi yönetenlerle birlikte halkı için ses vermesi gereken ağırlıklı sermayenin temsilcileri de susuyor. Halk için konuşan ve tavır koyana rastlanmıyor.
İş dünyasından bir ses Ama bir adama rastladık geçen gece... Avrasya (AR+) TV'de Doç. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu ile olan bitenleri konuşuyor ve şöyle diyordu: "İş dünyası da milli kimliğini kaybetti maalesef... Ülke ve millet adına tavır koyamıyor. Bütün kaynaklarımız ve kurumlarımız, sömürülüp peşkeş çekilirken seyrediyorlar. Global sermaye denilen emperyalist ruhlu uluslararası güç, pirena balıkları gibi yapıştığını yok ediyor. Bizim işadamlarımız ve müteşebbislerimiz de kendi menfaatleri uğruna ülkesini ve milletini altın tepsilerde servis edip sunuyor. Halkımız resmen aldatılıyor. Beyinler öyle yıkanıyor ki dev alışveriş merkezleri adeta tapınaklara döndürülmüş. İçlerindekiler de ürün değil, marka ve imaj satıyorlar. İnsanlarımızın bir kısmı da maalesef bu tapınaklarda marka ve imajla ruhlarını kandırıyorlar. Tatmin oluyorlar. Kaybettiğimiz sadece sermayemiz ve paramız da değil... Emeklerimiz, üretim güçümüz, alın terimiz ve neticede milli kimliğimiz de yok ediliyor. Marka diye elin adamlarına çalışıyoruz."
Laf değil iş üreten Merak ve hayretle izlediğimiz konuşmacıyı program biterken tanıma fırsatı bulduk. Adı Nevzat Demir, işi sanayici, üretimi de Fırat Plastik imiş. Hani Fıratpen diye bir PVC markası var ya, onun sahibi... Şu sıralar futbol gündeminde olduğu için o çerçevede tanıtılabilecek bir isim... Beşiktaş'ın laf değil iş üreten eski yöneticilerinden... Tesislerdeki tabelada yazan "Nevzat Demir"in ta kendisi... Haaa, "Tuzu kuru nasılsa, konuşmaya herkes konuşabilir" diyenlere de hatırlatırız. "Çok şükür her imkanım var. Ama 130 metrekare evimde, sade ve sakin yaşarım. Şımarıklığı sevmem" diye basa basa da konuşuyor Nevzat Demir.