Tiyatro iliklerine kadar işlemişti. Lise döneminde başlayan sahne sevdası, onu uzun yıllar sürecek bir yolculuğa çıkaracaktı. Geçmişe özlemle dolu ve bir o kadar da çağcıl bir yolculuğa...
Metin Akpınar bugüne dek birçok ödül aldı. Birçok nitelikli projede yer aldı. İlkeleri ve düşünüşünün gereklerini yerine getirmeye çalıştı. Zaman kötü yönde ilerlese bile....
Metin Akpınar'a göre duraklarında insan bulunan bir yolculuk sanat; soluklu bir yolculuk...
* Mizahla başlayalım... Bismillah demek gibi bir şey mizah sizin için... Bir ülkede kargaşa varsa mizah tükenmez elbette... Mizah satarak da maddi-manevi doyduk... Bir ülke tiyatrosu değildi ama kabare oynadık... Hatta kabarenin de sınırlarından biraz dışarı çıktık da diyebilirim...
* Kahvehanede de insanlar köy seyirlik oyunlarını izliyormuş geçmişte. Şüphesiz böyle bir psikolojimiz ve ezberimiz var... Bir sürü güzellik var aklımızda kalan. Bugün "Aman maç var, bugün oynayalım" diyorlar. Dünya Kupası oynandığı dönemde Bursa'da 33 gün full oynadık 3 bin 500 kişilik salonda. Böyle güzellik olmaz; dediğim budur işte.
* Efendim stadyumlar doldukça insanlar tiyatrodan, sinemadan uzaklaştı; apolitize oldu deniliyor. İnsanların en muhalif dönemlerinde de bu stadyumlar doluydu... Bakın demokrasinin bugün bir tarifi var ya da hedeflediği şey şudur -eğer patolojisi yoksa; maraz değilse-; özgür iradesiyle kendi geleceğini tayin etme hakkı ve becerisi olan toplumlar...
ARİSTO'NUN SÖZÜ
* Özgür irade? Evet özgür irade, hür irade; nerede bu toplumun özgür iradesi? Yok! Aç bilaç fakirse bu adam... Bu adam parasını kazanabilse alınteriyle, evine kömür pirinç götürebilse...
* İradenin kaydığı yerler buralar belki. Peki çobanların özgür iradesi... Söz zaten Montesque'nün sözü. Daha eskilerde Aristo'da var; elitlerin seçme hakkı olsun, bilgiye ulaşamayanlar seçmesinler, biz onlar için şeyler yaparız zaten... Sınıf farkından kaynaklanıyor. Krallar, köleler, plebler için olmuş zamanında ama bugün bu doğru mudur? Hayır. Demokrasi; çobanın da, simitçinin de, kunduracının da bilgiye ucuz ulaşmasını sağlayacak sistem demektir.
* Peki bilmenin koşulları ortadan kaldırılıp insanlar 'bilmez' kılınırlarsa? İşte bilmezse adam o zaman yönetiliyor. Yönlendiriliyor. Niçin bir insan bir cemaata girer ki; aidiyet duygusu. Özgürlüğü kendi kendine yetmiyor. Onu koruyacak savcısı, hakimi, polisi, jandarması güven vermiyor. O da elini biraz yukarı açıp; "Aman Allah'ım beni koru" diyor! Etrafındakiler "Bak bu seni korur" diyor o da oraya giriyor. O aidiyetiyle bir güç oluşturmaya çalışıyor.
'GİBİ YAPMAK...'
* Peki sizi televizyon programlarındaki jürilerin hiçbirinde görmüyoruz. Bu sizin kendi tercihiniz mi? Yoksa jüri için teklif mi gelmedi? Tabi ki benim tercihim. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım onu ileride göreceğiz. Sinemada olsun, beyazcamda olsun Türk toplumu özdeşleşmede dozunu kaçırdı. "Gibi yapmak"la gerçeği karıştırmayalım. Bu sefer sanat tüketicisi bu böyle olunca sanatçı kendine sınır getirmeye başlıyor; "Ben eşcinseli oynamam, ben hizmetçi oynamam." Niye olmayasın? Sanat zaten o demektir. Sen o rolün içene girdiğin zaman o olmuyorsun ki onun gibi yapıyorsun.
* Tecavüzcü Coşkun da aynı dertten muzdarip. "Beni gören kadınlar sokak değiştiriyor!" diyordu Eh işte dediğim yere geliyoruz. İşin diğer tarafı da var. Bütün delikanlılar siyah pardösü, beyaz kaşkol denediler filmlerde. Bir kere giydiler bunu. İşin kötüsü güncel tavırlarına yansıyor; oynadığı rol gibi oluyorlar.
* Biz biraz fazla etkileniyoruz galiba her şeyden? Dünyada bu kadar uzun süre televizyon seyreden bir popülasyon yoktur. Dünya 5-6 saat televizyon izliyor ortalama. Bunu 20-30 saat yapanlar var bizim memlekette. Orada da fazla özgürlük olduğu için, reyting yapsın da ne olursa olsun mantığı olduğu için; vur abalıya...
* Ve özdeşleşme kaçınılmaz oluyor! Seçiyor orada işte. Bir filozof örneğin evrimi öykünmeye bağlıyor. İnsanlar birbirlerini taklit ederek gelişirler diyor ama bizimkiler olumsuzu taklit etmeye başlıyorlar. Olumsuz "gibi" olmaya başlıyorsun ve onlar çoğalıyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Bunu nasıl toplayacağız nasıl bir yola gireceğiz bilmiyorum.
GEÇMİŞE DÖNEBİLMEK...
* Güle Güle filmi insan ilişkisinin, arkadaşlığın, dostluğunun imrenilecek örnekleriyle doluydu... Fatih Altınöz varolsun, beyni gönlü var olsun. Uzun süre kıyıda köşede kalmış, biraz unutulmuş, hafızamızın kenarlarına itilmiş, saklanmış şeyleri çıkardık o filmde ortaya. Final sahnesinin çekimini unutamam; ben ağlıyorum Yıldız abla, kameraman, yönetmen, oradaki temizlik işçisi ağlıyor... Neredeyse bize bakan turistler ağlıyor. Böyle bir şey yaşadık biz orada.
* Böyle bir şeye ihtiyacımız vardı galiba... O duygu yoğunluğu fışkırdı ve patladı orada.
* Geçmişe, sinemalara, tiyatrolara, mahallelere dönebilsek keşke... Yaşandılar ve gittiler. Tadı hâlâ damağımda o günlerin... Köyden kente göç oldu...
* Bu hep söylenir ama kent de onları istihdam edemedi... E herkesin başına polis dikemezsin ki... Biraz kendisinde olacak. Bu konuda çok eksiğiz. Bunlar nasıl toparlanacak ve düzelecek o da muamma tabii...