Evlilik, günümüz teknoloji çağında kararı, kurulması ve yürütülmesi gittikçe zorlaşan bir müessese halini almıştır. Kadın ve erkeğin çağa ayak uydurma yolunda, yaşam kalitelerini artırmak için eşit ekonomik güç elde etmesi, rollerin birbirine yaklaşması, ikili hayatı da zorlar hale gelmiştir. Kadın erkeğin rolünü paylaşırken, ev düzenini makinelerle halleder olmuştur.
SONRADAN ÜZÜLMEYİN
Geçmişte yalnızca eş ve çocuklarının geçimini sağlamakla yükümlü erkek, ekonomik katkıyı kadınla paylaşırken onun omuzlarından da yük almak zorunda kalmıştır. Farklı mesai saatlerinde, farklı çevrelerde dış dünya yaşantıları olan kadın ve erkek, ev içerisinde daha az yorulup kendileri için vakit ayırarak dinlenmek gereği duyar hale gelmişlerdir. Her ne kadar ortak yaşantıyı daha da ortaklaştırır gibi görünse de eşlerin daha bireysel yaşantılar sürmesi doğal sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortaklaşma yanılgısı(!), bir süre sonra boşanma fikrinde ortaklaşmayı doğurmaktadır. Yaş, kendisine ve tüketime dönük bu yaşantı içerisinde evliliğin bitmesini sorgularken çiftlerin suçladığı önemli bir faktördür. Evliliğin ertelenip çocuk doğurma yetisinin yitimine ramak kala atılan imzalar boşanmanın ardından "Geç kaldık, zaten yalnızlığa alışmıştım" nidalarıyla yargılanırken, erken yaşta kurulmuş evlilikler ise "Toyduk, yürümeyeceğini göremedik"lere teslim olur. Oysa ki tezat bireylerden çok daha bağımsız, toplum ve çevrededir. "Daha durun bakalım; okul-iş, askerlik bir bitsin!" cümleleri ile "Yaşın geçiyor, bir süre sonra istesen de evlenemeyeceksin" ler arasında 3 yıl vardır.
'BİZ'İ ARAMAK...
Çevrenin yargılarından kaçan pek çok insan, hazır olmadan "biz"i arama telaşına düşer. Kişinin hayat düzenini farklılaştırması için konulan "erken" veya "geç" etiketleri, yalnızca toplumun gözündedir.