Doç. Dr. Hasan Bülent Kahraman ise açıklıyor: "Kimdir devlet? Ne ister devlet? Devlet, Türkiye'de ordu ve yargı bürokrasisi demektir. Bu aslında her yerde böyledir. Sorun bu kurumların ne derecede siyasetin denetimi altında olduğudur. Bizde tarihsel olarak, tarihsel nedenlerden ötürü işler tersinedir. Bu kurumlar siyaseti denetlemek ister. Bazıları tepki gösteriyor biliyoruz ama şunu da ekleyelim ki bu 2 kesim 1960'tan beri imkan ve fırsat buldukça her defasında geniş halk kitlelerinin kararına doğru kaçan siyaseti sürekli olarak merkeze çekmek çabasındadır. Ordu ve yargı darbelerinin anlamı budur. Bu oluşumun son evresi, bugünlerde yeniden tartışılan 28 Şubat'tır. Ardından Cumhurbaşkanı seçimini engellemek için çıkartılan 367 koşulu gelir. Daha sonra Nisan 2007'de askeri kanatlardan gelen açıklamalar, en nihayet kapatma davası var. Kısacası süren, işleyen bir sistem bütünlüğü duruyor gözümüzün önünde.
2cepheninhikayesi ... Bunun anlamı şu: Politika Türkiye'de toplumcu-hakçı ('hakçı' derken tanrıcı anlamında değil, siyasal-demokratik hak anlamında kullanıyorum kavramı) bir model üstünde gelişiyor. Siyaset özellikle 90'lı yıllardan sonra bu yöne meyleden kesimlere itibar ediyor. Toplumcuhakçı kesimin temel argümanları, kullandığı siyaset unsurları yeteri kadar kuvvetli olmayabilir. Hatta yanlış da olabilir. Fakat bunlar modelin özünü değiştirmez. Buna mukabil karşı kutupta siyaseti devletçi-seçkinci bir muhakemeye göre tanımlayan kesimler yer alıyor. (Bu arada belirteyim: 'Seçkinci' derken bazı 'profesör' yazarlarımızın yazdığı gibi 'aristokratla rı' kastetmiyoruz. Seçkincilik (elitizm), siyaset biliminde tıpkı liberalizm veya muhafazakarlık gibi bir ideolojidir. Toplumun kendi kendisini yönetmesinden çok, egemen ideolojiyi benimsemiş belli bir kesim tarafından yönetilmesini öngörür. Bu yanıyla da muhafazakarlığa çok yakındır.)
'Bakalımnereyegideceğiz?' Bugün tam böyle bir noktada duruyoruz. Tekrar edeyim, yanlış ve eksik argümanlarla başlamış da olsa, AB, demokratikleşme, Kürt konusu, İslami kimlik gibi alanlarda toplumcu-hakçı, yani sorunları bir demokratik hak sorunu olarak görüp haklar alanını genişletmeyi benimseyen bir siyasetle onları devletçi-elitçi bir model içinde tanımlamaya çalışan kesimler arasında bir çatışma var. Bu, siyasete inanmakla inanmamak arasında bir gerilimdir aynı zamanda. Bu çatışma 90'lı yıllarla birlikte hızlandı, yoğunlaştı. Bugünkü kapatma davasına kadar getirdi bizi. Bakalım buradan nereye gideceğiz.'' İşte, Türkiye'de bunlar oluyor.