Çok insanın hayal edemeyeceği kadar zengindi. Dünyanın en güzel şehirlerindeki evlerinin sayısını bilinmiyordu. Ayrıca iyi bir antika meraklısıydı. Elinde tuttuğu zengin kolleksiyonun değeri de tahminleri zorluyordu. Emrinde binlerce insan çalışıyordu. Herkes, "Keşke onun yerinde ben olsam" diye düşünüyordu. Gelin, görün ki o; bulunduğu yerden hiç memnun değildi. Her şeye sahipti. Ancak içinde bir yerlerde doyurulmaz bir açlıkla kıvranıyordu. Kendisine "Baba" diye sarılacak bir çocuğu yoktu.
HAYALSONAERMİŞTİ Yıllardır eşiyle birlikte bu yalnızlığı ve eksikliği içten içe hissetmişlerdi. Ama umutla dua etmeye devam ediyorlardı. Eşi aynı zamanda iyi bir ressamdı. Kadın hayal ettiği bebekleri, çocukları büyük bir ustalıkla yağlı boya tablolara çiziyordu. Ancak resimleri hep kendine saklıyor, sergilemiyordu. Sonunda ihtiyarlık günleri gelip çattı. Artık çocuk sahibi olma hayali bitmişti. Fakat beklenmedik bir şey geldi başlarına... Ağır bir trafik kazası geçirdiler. Adam hafif yaralı olarak kurtuldu. Ancak eşi bir beyin hasarı ile yoğun bakımda yattı aylarca. Derken, doktorlar karısının kısmen de olsa iyileştiğini söyledi. Kadın eve döndü. Eskisi gibi değildi. Adeta bir çocuk gibi yaşıyordu. Eşinin bakımı için bir hemşire çalışıyordu yanlarında. Kocasını savaşta kaybetmiş 2 çocuklu hemşireyi evlatları gibi sevdiler. 2 küçük çocuğu da torunları gibi. Evin hanımı eskiden olduğu gibi resimler yapmaya başladı. Eskisi gibi resim yapamıyordu ama mutlu olmasını sağlıyordu. Yıllar hızla aktı. Kadın bir gün beyin sorunları nedeniyle öldü. Adam, hemşireyi ve 2 çocuğunu değerli hediyelerle evlerine gönderdi. Çok geçmeden adam da kalp krizi geçirdi ve öldü. Böylece hayalleri süsleyen o koca servet sahipsiz kaldı. İlk olarak paha bilçilmez antikalar büyük bir müzayedede satışa sunuldu. İlk parça adamın eşinin beyin özürlüyken yaptığı bir tabloydu. Bir özürlünün ruhunu ortaya koyduğu bu mütavizi tabloya kimse dönüp bakmadı bile. Herkes az sonra önlerine gelecek paha biçilmez antikaları bekliyordu. Satıcının, "Arttıran var mı?" diye bağırışına salondan tek cevap gelmiyordu. Müzayede salonunudaki sessizliği, müzadeye ilk defa gelen hemşirenin sesi bozdu. Annesi gibi sevdiği kadının, çocukları gibi sevdiği tablosuna müzayedede pek alışık olunmayan bir teklifle "5 dolar" diye bağırdı. Acemice umutla bir başkasının kendi teklifini artırmasını bekledi. Sessizlik yine bozulmadı. Satıcının, "Satıyorum, satıyorum, saaattım" demesiyle tablo sadece 5 dolara kadının oldu. Müzayede satıcısı tabloyu kenara koymak yerine çerçevenin arka yüzünü herkesin görebileceği bir biçimde yukarı kaldırdı.
DEĞERLERANTİKAMI? Tablonun arkasında katlanmış küçük bir kağıt vardı. Kağıttaki notu seslice okudu. "Kim eşimin bu mütevazi emeğine değer vererek bu tabloyu satın almışsa, eşime verdiğim değerden çok daha azını hak eden servetim de onundur." Ailemizde birbirimiz için yaptığımız her işin ardında böyle bir not olmalı mı sizce? Ve çocuklarımızın bizim için sevgiyle yaptıkları güzel şeylerin ardında yazılı bu notu okuyabiliyor muyuz? Dünya belki de bir açık artırma salonudur. Gördüğümüz her şeye birileri, paha biçer. Sırf başkalarının biçtiği değerler üzerine yeni değerler eklemek için ömrünüzü, sizin için en değerli olanları unutarak tüketiyor olabilirsiniz. Sevimli bir çocuğun annesi ve babası olmanın değeri borsalarda ölçülemiyor. Fedakâr bir eşin yaptıklarını hiçbir insan kaynakları uzmanı hesaplayamıyor. Oysa, hepsi antika... Kimse fark edemediği kadar özel ve güzel değerler... Müzayede bitmeden birbirimize değer verelim. Olur mu? Sevgiyle kalın...