Sadece halk konserlerinde sahneye çıkıyor, medyadan uzak yaşıyor. Onur Akın, ürettiği besteleri yine halkla paylaşıyor.
* Şu güzel şiir imgesiyle başlayalım; "Fakültenin Önü Bir Sıra Kavaktı." Biz bir garip yiğit kişiydik... Bütün hürriyetler bizden uzaktı...
* Bütün şarkılar şiir yüklü... Şiirin kendi iç melodisini doğru yakalayabilen bir besteciyim. Aysel Gürel'le karşılaştım bir gün. "Ben ve kızlarım seni severek dinliyoruz. Doğru söz, doğru melodiyi aynı anda yakalayan ender sanatçılardan birisin sen!" demişti bana ve eklemişti: "Ben doğru sözleri pop şeyler yaparak -bir anlamda uymadığını düşündüğü- tanıtmaya, yedirmeye çalışıyorum. Sen hiç, bir popüler tanıtım olanağını kullanmıyorsun. Sen yürüyüp gideceksin!"
* Bu kadar beste; biraz yorucu, biraz keyifli. Nasıl yapıyorsunuz? Ben bu kadar besteyi nasıl yaptığımı bilsem onun okulunu açar, bir sürü besteci yetiştiririm. Ama bildiğim bir şey var; eğer beste yapmazsam rahatsız olurum ben. Ne zaman boş olduğumu düşünsem oturup beste yaparım. Yolda yürürken bir beste düşer imgelemine beynimin.
* Sizin müzik tarzınız için ne demeli? Ben kendimi bir kalıbın içine sokmam, birileri 'protest müzik' diyor, birileri 'çağdaş halk müziği' diyor, birisi 'özgün müzik' diyor. Yaptığım müziğe isim koymadım yıllarca, isim vererek bunu belirli kalıplara sokmak istemiyorum. Sanat, özgürlük isteyen bir alan çünkü...
YILDIRAY ÇINAR'DAN HEVESLENDİ * Peki sizin için söylenenlere bir bakalım; "O çağdaş bir kent ozanıdır, kentli bir dil kullanıyor, şiir dili kullanıyor, kentli insanın duyarlılığını kullanıyor..." E ben İstanbul'un en güzel yerlerinden birinde büyüdüm. Paşabahçe; ağaçların, çiçeklerin mahallesiydi. Dizlerimiz meyve çalarken parçalandı ilkin. O bahçelerin kokusu, o mahallenin tadı hâlâ damağımdadır. Hâlâ oraları hatırlarım. Doğanın insana verdiği bütün güzelliklerden yararlandım çocukluğumda!
* Çay bahçeleri, düğünler... Evet, evet... Düğünlerde çok sanatçının arkasında çaldım. Ve bağlama çalmaya Yıldıray Çınar'dan heveslendim ben... O ayağını bir yere koyar öyle çalardı; ayakta. Ben de ondan heveslendim. Evde herkes müzisyendi zaten. Bir öğretmen oğluydum ben; köy enstitüsü çıkışlı Salih Hoca... Abim de çok iyi bir müzisyendi. Böyle papyonlarla falan sahneye çıkardı.
* Albüm isimleriniz de çok ilginç. Şiir isimleri gibi... "Aşk Bize Küstü" örneğin... 1983-84 dönemleri. Köylerden göç başlamış. Yıkım, kan ve gözyaşı vardı. Bütün o acıları gördük... Biz de o isimle bir ironi yaptı. Aşk bize küskündü zaten kentlerde. Gerçek aşkı halkın güldüğüne saydık. Onların güldüğünü gördüğümüzde gerçekten biz de mutlu olacak aşkı gerçekten yaşayabilir olacaktık.
* Melike Demirağ'ın seslendirdiği 'Arkadaş' şarkısının bir yerinde benzer sözler var; 'Mutlu olur mu insan milyonlar umutsuzken...' Ferhat'ın Şirin'e duyduğu aşkın halk aşkına dönüşmesi gibi... Bu pencereden bakarsak insan kendisi için ne istiyorsa komşusu, yakını, arkadaşı, dostu ya da hiç tanımadığı insanlar için bile isteyebilir; istemeli diye düşünen bir felsefenin insanısınız... Ay ışığının gölgeleri büyüttüğü... Son kuşlar da vuruldu dağlarda... Kaldık kırık bardaklar gibi... Biz bütün o acılar olurken sığamadık kentlere...
MEMLEKET İSTERİM... * İşte tam da burada devreye giriyor şiirin gücü; Memleket İsterim; "Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun... Kuşların çiçeklerin diyarı olsun..." Cahit Sıtkı Tarancı... O şiir 1937 yılında yazılmış, hâlâ o memleketi kuramamışız ve özlemi içerisindeyiz. Bakın; bir gün Ahmet Selçuk İlkan'a "Abi çok güzel bir şarkı yaptım. Cahit Sıtkı Tarancı'nın bir şiiri dedim!" Hemen sordu; "Sakın o şiir 'Memleket İsterim' olmasın!" Nereden bildiğini sorduğumda şunları söylemişti; "Bu şiiri bir gün bulacak Onur ve bestesini yapacak, demiştim kaç zaman önce". Gerçekten o şiir bütün ütopyamızı dillendiriyordu. İşte 1937'de yazılmış bu şiir hâlâ gerçekliğini ve geçerliliğini koruyor. Tüm ülke için de böyle İstanbul için de...
* Acıları ve sıkıntıları yüzyıllardır aynı birkaç ülkeden biriyiz. Evet, İstanbul için yazılmış bir güzel şarkı da ilk şarkılardan zaten; 'Bekle Bizi İstanbul'. Emekten, özgürlükten, sanattan yana bir yaşam biçimini hâlâ oturtamadık...
* Ve hâlâ sımsıcak durur anılar... Sımsıcak ve boynu bükük... Türküler de, şarkılar da bir halkın belleğidir... O belleğe giremeyen şarkılar yitip gidiyor zaten. Halkın acıları, özlemleri, istekleri, sevinçlerinde bir yer tutamıyorsanız sizi dinlemiyor bir kenara itiyorlar. Beni çalışanlar, emekçiler, yoksullar, dar gelirliler... Her kesimden insan sevdi ve dinledi. Nereye gitsem bu insanlardan büyük ilgi gördüm.
* İnsan sıcaklığını arıyorlar türkülerde... Her konserim 4-5 saat sürüyor. Ama yine her konserden sonra insanlarla sohbet etmeye başlarım. Sorular sorar, yanıtlar ararlar. Memnun oluyorum onların bu temiz ilgisinden. Doğrudan bir bağ kuruyoruz. Her ne kadar pazarlanan ve duyurulmaya çalışılan sanatçı tarifesinden uzak duruyorsam da bu tanıtımsızlığa, bu kadar geri durmama rağmen çok iyi bir insan topluluğuna ulaştım. Bu da benim için ayrı bir mutluluk. Ancak yanlış anlaşılmasın, ben istemediğim için magazinin içine girmedim. Kurallarımı koydum ve uyguladım. Sonuçta üreterek mutlu oldum. Zaten üretmezsem huzursuz olurum. Ya bir daha beste yapamazsam diye düşünürüm.