Mecidiyeköy Profilo'daki OKAFE'de kahvemi içiyordum ki, bir adam yanıma geldi.
Kahvesi de onunla birlikte geldi.
50'li yaşlarda, okumuş bir adam.
Bir şirkette çalışıyordu da, ülke sorunları üzerine sohbet etmek istediğini söyledi.
"Bizi bu hale düşüren gerçeklerin sırrını öğrenmek istiyorum" dedi.
Politika kokusunu hissedince, kahvemin köpüğü bile surat astı, yalan değil.
***
Sırtındaki yükün birazını almak istedim.
"Böyle zamanlarda kendinize izin verin, politikayı düşünmeyin" dedim.
Durduğu fotoğrafın içinden çıkmak istemedi.
"Mesleğiniz olan bir konuda bu çekingenlik nedir?"
Kendisine, hayattan bir kahvelik kaçış izni almak için bu kafeye geldiğimi söyleyemedim.
Aynı meseleye bilenmiş olduğumu biliyordu çünkü.
Beni son zamanlarda en çok dinlendiren bir mekanda, memleketi kurtarmaya soyunduk kahvemizi içerken...
***
12 Eylül'ün yarasını taşıyordu sol yanında.
Her sabah yazdıklarıma kardeş olan duyguları vardı.
Karanlık Türkiye gerçeğinden, güneşi kapatmak özleminde olanlardan.
İpleri Amerika'nın elinde olan ekonomimizden.
Acıları derisine işlemişti, kendisini tutamıyordu.
***
OKAFE'nin güngörmüş hayat geçirmiş işletmecisi Alpaslan Güvenkaya kahvelerimizi yeniletirken, biz eskimeyen gerçeklerin çemberinde dönüp durduk.
Kuralların bozulduğu bir ülkede, çocukların bozulmasına yanıyordu içi.
Kurumlara hakaret etmenin kapısında duran adamları işaret etti.
Politik biberonla beslenen gazetecileri.
Partilerin suçlarından vazgeçmek yerine, yeni yasalara sığınmasındaki kanunsuzluğu.
Ülkenin huzurunun gittikçe bozulmasını...
***
Kanunların uygulanmasının "borsa çöker tehdidiyle" bertaraf edilmek istendiği bir ülkenin duyarlı vatandaşıydı karşımdaki.
Kendinden kaçak, gerçeklere korkak olanların bol olduğu bir memlekette, adam yoklamasını yaptırmıştı bende.
"Buradayım!" diye..
***
Onlar sessizliğin sesi...
Bakmayın suskun durduklarına...
Dağların da sesi çıkmıyor!