Askerden anneye
Kendine dikkat et diyorsun anne. Ederim! Endişe etme. 'Çok soğuk üşütme' diyorsun anne. Üşümem, aklımda kalan sesin ısıtır beni. 'Bizi aklına takıp hırpalama kendini' diyorsun anne. Bilmem, aklıma söz geçirebilir miyim ki? Asıl sen üzülme anne. Elimde kınam, aklımda son el sallayışın bana ve arkadaşlarımın beni havalara fırlatışı"En büyük asker bizim asker Şimdi sonsuz bir beyazlıkta, beyazlara bürünmüş yürüyorum anne. Elimde kınam dondu. Arkadaşların havaya atıp tutmalarından kalan boşluklarımın sızısı hissedilmiyor. Senin son el sallayışın, hâlâ gözümün önünde anne. Silinmiyor! Kalın potinler, sıkı parkalar, koca kepimle şimdi görseydin beni, içinde gururun hapsolduğu bir korku sinerdi gözlerine. 'Yenice çekilmiş bir resmini gönder' dedin ya anne, acele etme; bahar olsun, gocuk çıksın, beyaz dinsin bir hele. 'Hayatta yürümek zor, engebeler ağır, mücadele güç, başarmak istiyorsan elinden kalemi bırakmayacaksın' derdi ya Gülser Öğretmenim, eksik söylemiş anne. Belki de yanlış. Burada, koskocaman, dimdik bir beyazlığın ortasında; yürümenin zor, engebenin ağır, mücadelenin güç olduğu doğru, kalemin işe yaradığı yanlış. Pusuya karşı silah gerekmiş, öğretmenimin unuttuğunu komutanım öğretti anne. Şimdi yanımda can yoldaşım, Mehmet gardaşımla birlikte, pür kulak sessizliği dinleyerek yürüyoruz anne. Zor sanıp da üzülmeyesin diye söylüyorum; tüfeğin de, omzumuzu kesen ağır heybenin de, karın, kışın, soğuğun da sıkıntı edilecek bir tarafı yok. Yorulunca veriyoruz Mehmedim'le sırt sırta, sana söylemek doğru düşmez ama yakıyoruz cigaramızı, geçiyor yorgunluklar. Sonra içimizden kimsenin duymayacağı bir türkü tutturuyoruz, o feci yakıyor canımızı işte. İçinde vatan geçen türkülere sabrediyorum ya, 'anne' deyince türkünün bir yerinde nutkumuz tutuluyor. Tamamlaması mümkün olmuyor, yutkunuyor, bakıyoruz birbirimize. İçimizden aynı türkünün alev alıp geçtiğini anlıyor, tekrar gömülüyoruz derin bir sessizliğe. Okulda sadece coğrafya dersi okutsunlar anne. Diğerleri burada işe yaramıyor. Güzel yazı, mantık, felsefe, hayat bilgisi boşuna gayret anlayacağın. Sadece coğrafya okutsunlar anne, onda da dağları anlatsınlar bol bol, deniz bahsinin insana bir yararı olmuyor. İklimlerden de kışı belletsinler iyice. Üzümün nerede yetiştiği, sabunun hangi bölgede yapıldığı, ay çekirdeğinin ne kadar yararlı olduğu kimin umurunda. Belki çay üzerinde durulsa olabilir, azıcık o da. Anlayacağın anne; burada beyaz, senin bildiğin beyaz değil. Askere gönderirken 'korkma' diyordun ya bana anne, burada korku da senin bana söylediğinle aynı değil. Senin anladığın korkmak, belki çocukken mahalle kavgalarında insanın içini titreten şeye denebilir. Yükseğe çıkıp, beyaza belenince, korku da anlaşılır olmaktan çıkıyor anne. Anlayacağın için ferah olsun güzel anneciğim, söylediğini tutup hiç korkmuyorum artık. Bana ettiğin son sözlerinde sesin, belli etmemeye çalışsan da titriyordu. Keşke ağlasaydın be anne. Burada ağlamak da yasak. Kimsenin koymadığı bir yığın yasakla sarsılıyor yüreğimiz. Şaşıracaksın belki ama ağlamak kadar burada gülmek de yasak. İnsanın içine, kısa süreli bir huzurun dolmasına 'yasak' değil diyorlar ya; tam o sıra, bir kardeşimizin hain pusuya kurban gittiği haberi doluyor kulaklarımıza, huzurun ne olduğunu hatırlayamıyor bile hafıza. Sana söz veriyorum döneceğim anne. Belki dönüşüm mahallelinin, birlikte dükkan açmak için kavilleştiğimiz çocukluk arkadaşım Necati'nin, aktar Kerim'in işine yaramaz ama şehitliğin şanından kaskatı kesilmiş olsa da yanaklarım, sen öpersin biliyorum. Sakın sen üzülme anne. Elimde kınam, aklımda son el sallayışın, bunca soğuğa rağmen sımsıcağım.
|