Ünlü çift, mektupların yerini kısa mesajların aldığı bir dünyada, hiçbir ilişkinin sahici olmamasından yakınıyor.
Türk sineması ve tiyatrosunun kilometre taşlarından Erdal ve Güzin Özyağcılar... Biz onları rol aldıkları film, dizi ve oyunlardan tanıyoruz. Özel hayatlarıyla ilgili bildiğimiz tek şey ise uzun yıllardır birlikte oldukları. Günümüzde yaşanan ilişkilere bakınca uzun ömürlü evlilikleri bile onların sevgisini kanıtlamaya yeterli. Ancak biz bu sefer bir farklılık yaptık ve 'Sevgililer Günü' öncesi onların evlerine konuk olduk. Özyağcılar'ın kendi dilinden aşkı dinledik.
Efendim söz konusu aşk olunca... Erdal Özyağcılar: Bakın; söz sevgi ve aşk ise kadınların duyguları daha sahici oluyor. Erkek çok konuşur ama bunun onda biri doğrudur. Ama kadın ne konuşuyorsa odur. Yüzde yüz gerçektir duyguları. Onun için bundan sonrasını Güzin Özyağcılar'a bırakıyorum. Güzin Özyağcılar: Tabii aşk gibi konular bizim için gerilerde kaldı ama... E.Ö. - Bir dakika, bir dakika ne demek gerilerde kaldı? G.Ö. - Bunun yerini tabii ki 'biz olmak' aldı. Aile olmanın kıstaslarından söz ediyorum. İlişkimizi sağlam temellere oturtmuşuz, birikteliğimiz denk düşmüş, hem aile yapımız, hem kişisel tercihlerimizin uyuşması düzeyinde. Ama günümüz ilişkileri açısından bakarsak fire çabuk veriliyor. E.Ö.- Sahicilik olmadığı için... G.Ö.- Çabuk tüketiliyor artık her şey. Günübirlik aşklar, günübirlik ilişkiler... Bu hem ilişkiyi hem de insanı çok çabuk tüketiyor.
ZAMANLA ŞEKİL DEĞİŞİYOR E.Ö.- Bir insanı sevmek için onu bütün boyutuyla anlamak, sevmek gerekiyor. Yaşı ne olursa olsun insan bütün boyutuyla seviyor. Karakter boyutu var, cinselliği var... Sevdiğin insanın etrafında başka sevme biçimleri de gelişebiliyor. Evleniyorsun, çocuk oluyor. Ondan sonra çocuklara karşı sevgi besliyorsun. Sonra da torununuz oluyor. Mesela Güzin'le torunumun sevişmesi beni çok mutlu ediyor.
Anlattıklarınızdan bunun birbirini besleyen süreçleri olduğunu anlamalıyız, değil mi? E.Ö.- Evet. Ortada bir halka var. O halka büyüyor, sevgi şekil değiştiriyor. Ne konuştum ama... (gülüyor) Şu anda salondan izleyiciden alkış sesleri yükseliyor... Biz tabii ki kadın erkek arasındaki sevgiden söz ediyoruz şimdi. Ama insanı besleyen başka sevgi biçimleri de var. Doğa sevgisi var...
Peki, insanın insana karşı duyduğu sevgiyi böyle bir dünyada yerli yerine oturtacak öngörü ya da yeterlilik var mı acaba? E.Ö.- İnsanın yapısında var bu. Çocuk doğduğunda kendiliğinden oluyor. Yüreğinizde bulunuyor o. Evladını sevmemek diye bir şey olabilir mi? İki insanın arasında birbirlerini seviyor olmalarından kaynaklanan bir sıcaklık yayılmıyorsa, yani dışavurumlarıyla kendilerini daha çekilir daha sevilir hale getiremiyorlarsa yaşanılan ilişki iki taraf adaına da bir talihsizliktir... G.Ö.- Hemen böyle bir durumda ayrılmak lazım. İki tarafa da eziyet çektirmemek lazım...
DENGESİZLİK ORTAYA ÇIKIYOR E.Ö.- Bu kendini sıcaklıkla ortaya koyamama ve kendini tam anlamıyla verememe dış hayatın etkilerinden kaynaklanıyor olabilir. Mesela işsizlik, ekonomik sıkıntı... Bence en büyük etken işsizlik. Çok önemli bu. Bireyler arasında bir dengesizlik bir eşitsizlik doğuyor. Hoşgörü devreye girmeli. Biri diğerine oranla daha fazla hoşgörü göstermeli. Gerçekten sahici bir sevgi varsa o ilişkiyi korumak adına tabii ki. G.Ö.- Ama temel bazı problemler varsa. Yani ilişkinin temeli yenilir, yutulur ve çekilir değilse... E.Ö.- E tabii ki; temelde problem varsa, o sıcaklık gelmiyorsa durum başka. Ama zaten sürekli bir ilişkide bu duygusal dengeler yatıyor. Tarafların birbirlerine taviz vermesi, hoşgörü göstermesi... Bir taraf haksız dahi olsa bu bir dönemdir. "Onun konumu şimdi böyle" deyip haklı gibi göstermek hatta buna kendini inandırmak... Yeter ki insan sevsin. Sevdikten sonra kendine bin tane yalan bulabiliyor. İnsan sevdiği kadını başkasıyla el ele bile görse...
Aman yapmayın üstadım... E.Ö.- Bir dakika var böylesi. Buradan başlıyor işte. Senaryo yazıyorsun kendine... Yaşamda böyle senaryolar var. (gülüyor)