Uzun süredir albüm çalışmalarına yoğunlaşan Kubat, yeni albümü 'Kubat 2008' ile hayranlarıyla buluştu. Başarılı türkücü; müziği, özel hayatı ve İstanbul aşkını anlattı.
Belçika'da dünyaya gelen Kubat, 14 sene önce geldiği İstanbul'a aşık olmuş. Şehre duyduğu aşk müzik tutkusuyla birleşince Kubat doğmuş.
8 yaşında saz çalarak müziğe başlayan Kubat, yeni albümü için heyecanlı. Hayata bakarken pozitif bir tutum izleyen Kubat, müzikte ise oldukça hırslı...
* Kaçıncı albüm? Bu benim yedinci albümüm.
* Kaç yıldır müzik piyasasındasınız? 1995'in sonunda ilk albümüm çıktı. 96 yılından beri müzik piyasasının içindeyim, 12 yıl olmuş.
* Size gurbetçi diyebilir miyiz? Yani esasında tabii... 1974 Belçika doğumluyum. Daha sonra da müzik için ve yapmayı planladıklarım için Türkiye' ye geldim.
* Gurbetçilere Türk Halk Müziği daha yakın geliyor? Sonuçta Belçika'da doğan, Klasik Batı Müziği eğitimi alan ben, Avrupa müziğinin içindeydim. Ama ben türkücülere özeniyordum, memleketimi seviyordum. Dolayısıyla o müziğin üstüne bana türküler daha cazip geldi.
BEREKETLİ TOPRAKLAR
* Bunun nedeni sıla özlemi olabilir mi? Belki de. Çünkü gurbetçi insan memleketini, geçmişini, kim olduğunu daha çok araştırıyor. Tabii sadece bu değil. Türk Halk Müziği'nin çok farklı kültürlerden etkilenmiş ve zengin olduğunu düşünüyorum. Bu topraklar çok bereketli. Ancak biz fark etmiyoruz bunu.
* Popüler müzik yapmak daha mı kolay? Kaliteli, samimi ve doğru müziği yapmak her zaman zordur. 'Şu müzik daha zor' diyemeyiz. Asıl olan işin kalitesi ve samimiyetidir.
* Ama türküleri özellikle genç kesime sevdirmek daha zor değil mi? Artık konsept işler de oluyor. Biz aslında zoru başarıyoruz. Çünkü 7'den 70'e herkese hitap etmek istiyoruz. Türküleri geniş kitlelere ulaştıracaksan, güncel soundu yakalamak zorundasın. 10 yaşındaki ne dinler, 20 yaşındakine nasıl müzik hitap eder hepsini düşünüyoruz.
* Günümüzde sound ne sizce? Mesela rock müzik çok güzel. Biraz daha da öne çıktı. İşin aslı, kulağımız bazı şeylere alışıyor, bazı şeyleri tüketiyoruz ve yeni bir tını arıyoruz. Dolayısıyla kendimizi yenilememiz gerektiğine inanıyorum.
* Ama sonuçta siz türkü okuyorsunuz... Türkü okuyorum ama bir pop albümünden sound olarak farklı değil. Alt yapısının kalitesine, tasarımına, aranjesine baktığımız zaman herkesin dinleyebileceği, artı otantik ve etnik okuyan bir adamım.
* Son 10 yılda türkü ve özgün müzik patladı. Araya gençlere hitap edecek tınılar kondu. Belki de gençler bu anlamda biraz kandırıldı... Genç birisi sizi kandıramaz. 70 yaşındaki adam beni kandırabilir. Ama yaşıtım birisi beni kandırmaz, benim duymak istediğimi bana verir. Kendi duymak istediklerimi söyledim. Ben ilk albümümü çıkardığımda henüz 21-22 yaşındaydım. Benim duymak istediklerim sizin de duymak istediklerinizdi.
ÇOK ŞANSLIYIM
* Peki, gereken ilgiyi gördüğünüzü düşünüyor musunuz? Türkiye'deki en şanslı insan benim. Hem sevdiğim istediğim işi yapıyorum, hem de müziğim beğeniliyor. İlk çıktığım günden beri olumlu tepkiler alıyorum. Mesela bana hiç kimse 'Ya bu iş olmadı, sen arabesk söyle' demedi.
* Sizin ilk çıktığınız durumu düşünürsek; arabesk ve türkü birbirine karışmıştı... Esasında bana baktığınızda o kadar çok türkü dinlediğim söylenemez. Ama şöyle bir avantajım var; rahmetli babam çalıp söylüyordu. Ozan bir aileden geliyorum. O tınılar bana yabancı değildi. Çok şanslıyım bu anlamda. Ama Avrupa'da yetiştiğim için başka dallara kayabilirdim.
* Neden kaymadınız? Gurbette olunca başka bir gözle bakıyorsunuz. Bu değerin kaynağına iniyorsunuz. Araştırmaya başlıyorsunuz. Çok daha anlamlı şeyler çıkıyor. Bunlara benim gibi erken uyananlar erken patladılar.
* İyi de bu erken patlama uyanık ve ilgili olmanızla alakalı bir durum... Ama bazen insan yaşadığı süre içerisinde görmeyebiliyor. Başka sebeplerden kaynaklanıyor, aşık oluyor, başka bir mesleğe kayıyor. Elindekini görmeyebilir.
GÜVENDE HİSSEDİYORUM
* Sanatçı olmak biraz da gönül işi değil mi? 'Sanatçı doğulur' diye bir söz var... Demek ki, insan sanatçı doğuyor. Ama fark etmesi yıllar alabiliyor. 50 yaşında olan da yeteneği keşfediyor. Onun keyfine o zaman varıyor. Paylaşma keyfini yaşıyor.
* Paylaşmanın keyfi nasıl çıkıyor? Bendeki şeyi paylaştıkça daha da büyüyor, güzelleşiyor. Kendimi güvende hissediyorum. Yeni şeyler üretmek için cesaret buluyorum. Beslenme kaynağım da bu oluyor.
* Kader, şans hepsi birleşiyor o zaman... Tabii ki. Mesela ben Türkiye'ye gelmeseydim, İstanbul'a aşık olmasaydım, albümümü Belçika'da çıkartırdım. Ama buraya bir geldim, gördüm ve hayatım değişti.
TERK ETME PLANLARI
* Daha önce gelmiyor muydunuz Türkiye'ye? Yaz aylarında geliyordum. Kendi köyüme gidiyordum. İki hafta boyunca aile ziyaretleri yapıyordum. Sonra da ver elini güney sahilleri; Bodrum, Antalya. Ancak 1994'e kadar İstanbul'dan bihaberdim. Sonra geldim 'Aman Yarabbi', hemen Belçika'yı terk etme planları yapmaya başladım.
* Dinleyici tarafından bu kadar sevilmeyi nasıl başardınız? Bu bambaşka bir şey. Bu duygu benim gözlerimi dolduruyor. Bu yine 'sanatçı doğulur' sözüne bağlı. Önce bir ceddini araştıracaksın. Fabrikasyon çok önemli. Kastım şu; aileden aldığın şeyler neler? Sevgi bazında olsun, terbiye bazında olsun. Mesela benim ailem okumuş insanlar değildi. Köylü insanlar ama gerçekten o anne-babadan doğduğum için çok şanslıyım.
* Peki, yeni hedefler var mı? Bir misyonum olduğunu düşünüyorum. Çünkü bana bir yetenek verilmiş: Bu topraklardaki sedayı, sesi, duyguları çok insana duyurmak. Bu müziği evrenselleştirmek en büyük amacım.
HAYAT ÇOK DEĞERLİ
* Nasıl oluyor da polemikten uzak kalmayı başarıyorsunuz? Her zaman iyiliklerle yol almayı tercih ettim. Polemiklerle reklam yapmak harika. Ama ben ekranın önünde, arkasında, sağında, solunda hep aynı insanım. Televizyon benim etrafımda dönsün; ben o ekranda olmak için dönüp dolaşmayayım.
* Televizyoncular peşinizden koşsun yani... Şunu anlatmak istiyorum. Hayat televizyonda olmak, sansasyon yaratmak için harcanacak kadar değersiz değil. Hayatı çok kıymetli buluyorum. Şükretmek lazım.