Cem Karaca'nın oğlu Emrah Karaca da onlara katıldı. Emrah, baba dostlarıyla birlikte söylemenin, bir Moğol olmanın ayrıcalığını ve haklı gururunu yaşıyor.
Bu dostların arasında büyüdünüz... E.K.: Birlikte çalıştıkları yerlere giderdim. Cahit Abi'yi taa o zamandan biliyorum. Onlar da beni tabii ki. Ellerinde büyüdüm desem yeridir. Kimsenin bilmediği şeyleri biz beraber yaşamışız. Bunları sonra idrak ettim. T.Ö.: Sonra genç bir soluk geldi gruba. Onun heyecanı bize de sirayet ediyor, biz de yeniden aynı eski heyecanımızı kuşanıyoruz onunla birlikte. Beyin fırtınası yapabiliyoruz, bir parçanın nasıl olması gerektiğini tartışıyoruz, fikir alıverişinde bulunuyoruz. Grup nedir ki zaten... Acayip keyif alıyoruz biz...
SİNERJİ GETİRDİ C.B.: Kaldı ki, Emrah kendi besteleri olan çalan bir arkadaş. Yani müzisyen. Biz bir lütufta bulunmadık. O bunu duruşuyla, müzisyenlikteki performansıyla haketmişti zaten. E.K.: Mesela babamın 'Bindik Bir Alamete' adlı albümde solo çalışmam var. Benim kendi şarkılarım, bestelerim var... Tamam 1994'ten beri şarkı söylüyorum ama biriktiriyorum da! Hem anı, hem şarkı, hem söz... Hiçbir zaman şanslı bir ailenin çocuğu olmadım. Tamam Cem Karaca gibi bir babanın oğluyum. O sürgünler, uzaklıklar... Ne anılarım var anlatamam. Kavuşmalarımız, ayrılıklarımız; onlar bir müzisyen için hep done. C.B.: Cem Karaca sıradan bir insan değil her şeyden önce. Evet, dediğim gibi Cem Karaca'yı 'Cem Karaca olarak' tanımak var, bir de baba olarak tanımak var.
Peki, Cem Karaca nasıl bir insandı sizler için? T.Ö.: En uzun süreli onunla çalıştık... Bir kere çok iyi bir arkadaştı. Muhabbet adamıydı; hoş sohbetti. Peki sadece sohbet mi? Yani sadece sohbet edebeliyor diye bir adamı sevmezsiniz. O bir deryaydı. Bugün müzik yapıyorum diyenlerden on kat daha müziği bilen bir adamdı. C.B.: Öncelikle çok iyi bir arkadaştı Cem Karaca. Onun sohbetine doyamazsınız. Ben tepkimi hemen dile getirir, ortaya koyar patlarım. O, alır lafı öyle bir yere getirir ve bunu öyle bir ustalıkla yapardı ki... Engin Yörükoğlu: Filozof bir yanı da vardı Cem'in. Acayip okurdu.
MEMLEKET SEVGİSİ Sizi bir arada tutan şeyin aynı zamanda ayrı ayrı da olsa bir memleket sevgisi olduğunu düşünüyorum... C.B.: Kesinlikle doğru bu. Bakın biz bu ülkeyi seviyoruz her şeyden önce. Bu kadar sevmesek yapamayız bunu. Yani saygı duymak... Deresini, bayırını, dağını, tepesini, çimenini seviyoruz. Yollarını seviyoruz. Millet gibi 'lay lay lom' müzik yapamayız biz. Bir çağrı yapıyoruz ama onu siyasete yedirmiyoruz. T.Ö.: Bir de dönemin önemi var diye düşünüyorum ben. Anadolu'da popun patladığı dönemler. Biz o zamana yetiştik galiba. Yani müziğin gelişimine paralel bir gelişimdir bizimki de. Ilgaz bir okul şarkısıdır ama anılarda kalmıştır ve folklorik bir özellik taşır. C.B.: Saygı işi gerçekten. Bizim repertuarımıza şöyle bir geriye dönüp baktığımızda sıkılacağımız üzüleceğimiz hiçbir şey yok. Bizi Süleyman Demirel de dinler, bakkal Mehmet efendi de... Ama ikisini çıkarımı farklı olur tabii.
Ayrılık dönemleriniz de oldu... C.B.: Oldu ama hep zorunluluktan. Ben de Taner de Engin de yurtdışına müzik yapmaya gittik. Ben ve Engin cafede bile çalıştık yurtdışında. Koşullar neden oldu buna...
Hangi koşullar? C.B.: Bir kere ortalık acayip bulanıklaştı 1980'lerin başında. Çalışacak mekan bulamaz olmuştuk. Gazinolarda bile çalardık eskiden. Nerelerde konser vermedik ki! Bunların ardı arkası kesildi. Sonra yurtdışı tabii... Birbirimizle problem olduğu için ayrılmadık. Zorunluluklar...
Ama Limon dergisi size 1994'te bir çağırı yaptı... T.Ö.: Bir köşeden okurlara bir çağrı yapıldı ve 4 bin imza toplandı bir anda. Biz de yahu bu çağrıya kayıtsız kalamayız dedik. Ve insanların çağrısına uyduk.