Nedeni bilinsin ya da bilinmesin her türlü ağrı ile mücadele eden Prof. Dr. Ayşen Yücel, "Kesinlikle ağrı yüzünden ameliyat olmayın" uyarısında bulunuyor....
Bilimsel adı 'algoloji' olan ağrı, dünyada 1974, ülkemizde de ise 2000 yılında bir bilim dalı olarak kabul edildi. Hemen herkesin hayatının bir döneminde ağrı çektiği düşünülürse, bu bilim dalının önemi kuşkusuz çok daha iyi anlaşılacaktır. Uzun yıllardır ağrı bilimi ile uğraşan, bugün Anadolu Sağlık Merkezi'nde (ASM) görev yapan Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Yücel de, ağrı konusunda önemli uyarılarda bulundu. ASM'de ağrı, nöroloji, fizik tedavi ve psikiyatri uzmanları ile uzman bir psikologdan oluşan 5 kişilik 'ağrı konseyi' kurduklarını söyleyen Prof. Dr. Yücel, "Bu konseyin gözünden hiçbir şey kaçmaz. Her ağrının mutlaka nedeni ve tedavisi mümkündür" dedi. İşte Prof. Dr. Ayşen Yücel'in açıklamaları: GİRİŞİMSEL YÖNTEMLER "Biz ağrı uzmanları, cerrahi bilimlere bağlıyız. Ağrı bilim dalında çalışan kişilerin büyük çoğunluğu cerrahi branşlardadır. Yaptığımız iş sadece 'ağrınız var, size ilaç verelim' değil. Birtakım girişimsel tedavi yöntemleri de uyguluyoruz. Onların hastaları daha zor. O tek başına yapılacak bir iş değil. İki tür ağrı vardır. Birincisi vücutta bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteren bulgudur. Buradaki bir hastalık değildir. Ağrı kronik ise tek başına hastalık olarak nitelendirilebilir. Kronik ağrıda nedeninin ne olduğu artık önemsiz hale gelmiştir. Örneğin; beliniz ağrıyor, 'ameliyatlık bir şey yok' diyorlar. Ama 20-25 yıldır bel ağrısı çekiyorsunuz. Artık orada bunun neden olduğundan çok, mevcut kronik ağrının ortadan kaldırılması başlı başına bir iş oluyor.
HERKESİN BAKIŞ AÇISI FARKLI Gene bel ağrısı örneğini verirsek, beyin cerrahı, radyoloji, ortopedist vs. herkes kendi penceresinden bakıyor bu hastalara. Herkes kendine göre bir tedavi yöntemi uyguluyor. Bol bol istirahatler veriliyor. İş gücü ve maddi kayıplar yaşanıyor. Bu tür hastaları aslında spesif çalışan bir dal tedavi etse, kişiler çok daha ucuza ve çok daha çabuk topluma kazandırılır. Bu konuda ABD'de yapılmış birçok araştırma vardır. Ağrı bilim dalı, bu şekilde yavaş yavaş doğmuş. Bunun en önemli nedenlerinden biri de; bu bilim dalında çalışan ekibin ilaç vermek, hastayı takip etmek kadar birtakım girişimsel yöntemlerle çok hızlı iyileştirme gibi bir noktaya getirmesi. Teknoloji en çok ağrıcılara yaramıştır. Biz şu Onların çoğu da cerrahi yöntemler. Kesiyoruz, içine bir şeyler yerleştiriyoruz, omuriliğe pil takıyoruz, pompa takıyoruz, kafa içine katater yerleştiriyoruz. Yaptığımız şeyler daha çok cerrahi işler. Öyle olunca da hep cerrahi bilimler içinde yer alıyor. Kanser hastaları bizim hastalarımızın yüzde 35'ini oluşturuyor. Bu demektir ki; yüzde 60'tan fazlası kanser dışı ağrı; baş ağrısı, bel ağrısı, boyun ağrısı; her türlü kronik ağrı. Hayatında hiç ağrı çekmemiş kimse yok gibidir. Ama derseniz ki, 'Hangi grup daha zor?' Kesinlikle kanser anda gene bel ağrısını örnek verirsek, fizik tedavi ile cerrahi arasında bir yerde duruyoruz. Biz diyoruz ki, 'İlaç tedavisi, fizik tedavi, istirahatle belinizin ağrısı geçmemişse sakın gidip ameliyat olmayın. Mutlaka bir ağrıcıya uğrayın.' Çünkü ağrı nedeniyle bel fıtığı ameliyat edilmez. Bunun altına imzamı atarım. Ameliyat edilebilmesi için bel fıtığının daha farklı bulguları olması lazım. Ya fıtık kopmuştur bir parça, serseri parçayı oradan alacaksınız veya sinir öyle bir köke basıyordur ki, bacakta güç kaybı olmuştur. Yani nörolojik muayene sırasında reflekslerde azalma gibi bulgular varsa, o hasta ameliyat olmalıdır. Ama bu bulgular yokken, sadece 'ağrısı var' diye ameliyat, çok geçmişte kaldı. Eskidendi o, çok eski bir konsept, bel ağrısı bel fıtığıdır, eşittir ameliyattır. Sebebi bilinmeyen bel ağrısı yoktur. Yüzde 100 sebebi bilinir. Çok da kolaydır teşhis koymak. İyi muayene eden iyi bir klinisyen MR olmadan bile teşhis koyar. Ama şimdi adet yerini bulsun diye o tetkikler isteniyor. Hasta ameliyat olur ama bel ağrısı hiç geçmez; yine bize gelir. Bir de öyle bir hasta grubumuz vardır.
'EKİP İŞİ YAPIYORUZ' Ama bir örnek vereyim; 'spinalsenoz' dediğimiz bir şey var gene bel ağrısı için. İleri yaş hanımlarda daha fazla görülen, kemiklerin dejenere olması, disklerin bir seviyede değil, dışarı çıkmasıyla o 'spinal kanal' dediğimiz, sinirlerin geçtiği kanalın iyice daralması. Nereden biliriz bunu? Bunun çok ciddi bir ameliyatı vardır. Yukarıdan aşağıya bütün kemikleri çivilerler. Hasta bir blok haline gelir. Ama her hasta bu ameliyatı olamaz. İleri yaştadır olamaz, birtakım riskleri vardır ameliyat edilemez; hasta istemiyordur olamaz. Veya ameliyat edilecek kadar bulgular ilerlememiştir, olamaz. Şimdi bu hasta ameliyat olamaz ama ağrısı var; ne olacak? Bunun doktoru da ağrı uzmanıdır. Ama ağrı uzmanı hiçbir zaman yalnız çalışmamalıdır. Çünkü o zaman o da at gözlüğüyle bakar.
KİME GİTSE FARKLI TEDAVİ Serdar Hoca'nın bir örneğidir, çok severim; 'Çapa'nın kapısından bel ağrısı şikayetiyle bir kişi girse, beyin cerrahisine gitse ameliyat olur, fizik tedaviye gitse fizik tedavi görür, dahiliyeye gitse tahliller tetkikler yapılırken zaten bel ağrısı kendiliğinden geçer, bize gelirse de iğne olur. Şu bel ağrısını hepimiz bir araya gelip birlikte niye bakamıyoruz?' diye yakınırdı. Çapa Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesi olduğum zamanlarda düzgün yapılan bir şeydi, multidisipliner ekibi.
OMURİLİĞE PİL TAKILIYOR Allah'a çok şükür pekçok ağrıyı kesebiliyoruz. 'Yüzde 100 keseriz' veya 'Sıfırlarız' demiyorum. Benim hep verdiğim bir söz vardır hastalara, 'Seninle birlikte bu ağrıyla mücadele edelim.' O bile çok büyük bir psikolojik destek oluyor hastaya. Başarısız bel cerrahisi geçirmiş hasta, geliyor önce oradaki küçük eklemlerin blokajını yapıyoruz. Özel ilaçlar veriyoruz. Bunların hiçbiri başarılı olmazsa bu hastalara omurilik pili yerleştiriyoruz. Tam o seviyenin üstüne gelecek yere, omuriliğe kalp pili gibi bir şey yerleştiriyoruz. O cilt altında duruyor. Hasta ağrısı olduğunda kendi kendine onu çalıştırıyor, özel bir el aleti var. O hizadan aşağıya kadar bir elektriklenme oluyor, ağrıyı kapatıyor. Dolayısıyla ağrısı olmuyor. 'Başarısı nedir?' diye bakıyorsunuz; pil takılan hastalarda yüzde 50. Yani yüzde 50 azalıyor ağrısı. Ama o hasta, eğer bunu yapmazsanız yataktan bile kalkamıyor. KANSER AĞRISI 'Çölyak ganglion bloğu' dediğimiz mucizevi bir yöntem uyguluyoruz bazı hastalarımıza. Batın içinde, mide, bağırsak, pankreas kanserlerinde orayı besleyen özel bir sinir var. Bu saydığım organlarda kanser varsa, hasta inanılmaz şiddetli karın ağrısı yaşıyor. Yüz üstü yatırıyoruz hastayı, sırttan girip siniri buluyoruz özel bir yöntemle. Hasta tam bayıltılmıyor, hafif sarhoş ediliyor. O siniri iptal edecek, siniri ortadan kaldıracak bir ilaç veriyoruz. Siz o siniri öldürdüğünüz anda 'zınk' diye ağrı kesiliyor. Çok hızlı bir işlemdir bu. Tıpkı diş kökünün öldürülmesi gibi. Aynı mekanizma. Ama bu çölyak bloğu erken yapılırsa işe yarar. Hastanın ağrısı daha yeni yeni başladı, pankreas kanseri teşhisi konuldu, kemoterapisi yeni yeni yapılıyor, işin çok başındaysa bu uygulamayı yapın, inanılmaz etkili olur. O hasta belki ağrı kesiciye bile ihtiyaç duymaz. Ama hasta 'ağrım var' dedi, önce ağrı kesici aldı, onkolog ona morfin yazdı. Çok sever onkologlar böyle ilaçları reçete etmeyi. Sonra 'geçmiyor' dedi, morfin dozunu arttırdı... Artık ne verse geçmeyince bize gönderir. Orada çölyak blog maalesef işe yaramaz.
TETİK NOKTA ENJEKSİYONU Ağrınız bir akut ağrı ise hayatınızda ilk defa karşılaşıyorsanız, ağrı uzmanına gitmek her zaman doğru olmayabilir. Ancak sizi çok güzel yönlendirir ağrı uzmanları. Çünkü biz çok daha geniş bir perspektiften bakabiliyoruz. Ancak geçmeyen baş ağrılarında hasta bize ilk geldiğinde o hastayı takip ediyoruz. Ağrının arkasındaki nedeni araştırıyoruz. Eğer ağrı çok uzamış ve ciddi kas kasılması olan hastanın bir ucu kafada, diğer ucu boyunda olan kaslarına tetik nokta enjeksiyonu yapıyoruz. Bu, akupunkturun bir şey enjekte edilen tipidir. Ağrı 'zınk' diye kesilir, hasta o anda rahatlar.