Bu televizyon alemine bir Müjde Ar eksikti ve geldi. Bu düzende bir gazoz kapaklarımızın masumiyeti kalmıştı, onu da içlerindeki akıntıya kürek ettiler.
Parasız yatılı okurduk, zor bulurduk gazoz alacak parayı. Gazoz şişelerinden ziyade, kapaklarını tanırdık. O kapakların içine çamur doldurup, taş üzerinde kaydırmak, çamurlu sahalarda top kaydırmak kadar kıymetliydi. Söz dinlemez çocukluğumuzda, annelerimizin ettiği tembihleri dinlediğimizde kutsal bir armağandı gazozlar. Kapağını açıyorsunuz, çıkan ses Kaf Dağı'nın ardından geliyor sanki. Şişenin içinde köpüren zaman... Hayatın pamuk helvası sulandırılmış da, dalga dalga akıyor boğazımızdan... Ya da o güzelim şişelerin içine beyaz leblebi dolduruyorsunuz da, bir akvaryumun içinde balık oluyorsunuz.
*** Hey gidi günler hey! Ankara Gazozu, Elvan, Olimpos, Uludağ... Bütün gazozlar bizi tanırdı, biz onları. Bilip de söylemediğimiz ayıp şeyler de vardı elbet. Afiş olmayı hiç sevmezdik zaten. İlk afişini hatırlıyorum Müjde Ar'ın, bir kolonya reklamıydı. "Göğüsleri de güzel" diye konuşuyordu büyükler, bizler sadece gözlerine bakmıştık, o güzelliğin. Bizim gözlerimiz misket kırığıydı da, Müjde Ar'ın gözleri ömre bedeldi. O gözlerden yeni tarifler isteyen varsa, canlı yayında bağlanıp sorsun. O cevap veremezse müthiş edeebiyatçı Pınar Kür verir...
*** Kalbini bile kırmazdık gazoz şişelerinin. Albümlerde fotoğraflarımız sırdaş. O yıllarda bizim yüzümüze çamur sıçratırdı otomobiller, biz kimseye çamur atmazdık. Müjde Ar'ın gazoz kapağını Bedri diye biri açarmış, adını unutmamış.. Sırları dökülmüş aynalarda yüzü de duruyordur belki. Müjde Ar'ın "Gazoz kapağımı Bedri açtı ama içine akıtmadı" sözleriyle, yıllar sonra "boşaltılmış bir sır" olacağını nereden bilsin Bedri. Müjde Ar'ın "Adı Vasfiye" filminin afişleri önünde, haykırmış mıdır acaba? "Benim adım da Bedri!" diye. Bunu da merak eden varsa, canlı yayına bağlanıp sorsun. Müjde Ar cevap vermezse, kültür abidesi Aysun Kayacı verir.
*** Kimsenin tavuğuna "kışt" demezdik. Gazoz şişeleri, horozlu şekerler kadar masumdu bizde. Cebimizde para olmazdı da, yazı tura niyetine bile kullanırdık. Bazen o kapakların içine su koyup, pencere kenarına dizerdik, kuşlar içsin diye. Dedikoduya merakımız yok ki, dünyadan haberimiz olsun. Oysa gazozlarını başkalarına açtıran kızların, "şişe partileri" olurmuş o yıllar. Çevrilen şişe kime dönerse öpülür ve ardından bütün kapılar açılırmış. 1980 sonrasında toplumun rengi de değişti, şişe açmanın yöntemleri de... Bira şişelerini ağızla açtılar. Bir erotik sahneye viski şişeleri açılmaya başladığında, değerler gibi yalama olmuştu kapaklar da...
*** Hayatımızın "Netekim"li sözcüklerde sallandığı yıllardan sonra, sinema sallandı, sanat sallandı, değerler sallandı. Bülent Ersoy'u yasaklamakla, ahlaki değerlerimize sahip çıkacağını sananların yarattığı düzen, siyahla beyazı öldürdü. Önce sinemanın beyazcamı kırıldı, sonra kapısı, penceresi... Müjde Ar'ı o yıllarda tanıdık. Yeşilçam'ın yeni pusulası... Ahmet Muhip Dıranas'ın Erzincanlı Fahriye Abla'sı, şiirdeki gibi masum durmadı filmin sahnelerinde. Müjde Ar komşumuz olmadı. Magazine yön verenlerin gözdesi oldu. El yordamıyla yolunu bulan 70'li yılların seks furyasına inat, erotizmin kültürlüsü icad edildi. Entelektüel yazarların yere göğe sığdıramadığı sahnelerin fotoğrafları, bekar odalarını süsledi. "Ahh Belinda" çığlıklarının yapımcıya getirdiği hasılatla, sinemadan götürdüğü değerler arasındaki uçurumda, kaç milyon masum gazoz kapağı yatıyordur. "Bedri'lerin açamadığı..." Bir canlı yayında Müjde Ar'a bunu da sorsunlar. O cevap vermezse, araştırmacı gazeteci Çiğdem Anad cevap verir. Ah o gazoz kapakları... Çocuk masumiyetinin en sadık askerleri. Ah, üzeri beyaz tülbentle örtülmüş, ışıklı radyolar... Çeşme başındaki kadınlar bile, bugün sanatçı diye sabah akşam evlerimize sokulan kadınlar kadar dedikodu yapmazdı. Yalan yere itiraf eden iftiracılar, kiracı bile olamazlardı mahallelerde. Onlar televizyonlarda her şey oldular. Hiçbir şey olmadıkları halde. Çocukluğumdan beri gözlemlediğim bir şey var. İktidarsız adamların iktidarıdır para. O yüzden dünyanın en zalim ülkelerinde bile "Paran kadar konuş" diye bir terim yoktur. "Naklen" yayınlarda, "nakden" konuşanların itibar görmesinin sırrı da burada belki. Onlar ne kadar çok konuşurlarsa, o kadar paralanacak. Ne kadar paraları olursa, o kadar söz sahibi olacaklar. Ve de öyle oldu. Çamur atarak yolunu bulan televizyonculuk sistemi, gerçek sanatçılara bile ilham perisi oldu. 70'li yılların sinemasını aratmayan bir yozlaşamaya eşlik etti ekranlar. Giderek birbirine benzedi herkes.. Yoksa "Asiye'nin suçu ne?" Bu televizyonlar, bu şöhretli kadınlar, adamlar, cümlesi her şeyimizi çaldılar. Komşuluğu ayakta tutan değerleri. Yaşama meydan okuma gücümüzü... Çocuklarımızı televizyonların başından çekip alacak kudretimizi, her şeyimizi. 1980 sonrasında susturulan yanımızı, kusturulan söylemlerle kuşattılar. Sözde kurtarılmış televizyon süsü verilenler de, özenle seçilmiş akşamlarda, gazoz kapaklarından gündemi belirleme seansları ürettiler. Bir Müjde Ar eksikti ve geldi. Bir gazoz kapaklarımızın masumiyeti kalmıştı, onu da kürek ettiler, içlerindeki akıntıya. Bizler gönül kuşlarımızı kırıntılarla doyururken, onlar yeni kimliklerle soframıza buyursun bakalım. Nasılsa "Ayılana gazozumuz var, bayılana limonumuz!"
*** O günlerin hatırına şimdi bir çocukluk düşü ısmarladım sizlere. Gazozlar benden! Kapaklarını Müjde Ar'a postalayın. Konuşacak bir şeyleri kalmayanlara, gazoz kapağından daha güzel bir armağan olamaz!