Seferi olmak mekan ve mesafeye bağlı
Yüce Allah, orucun insana sağladığı faydanın bilinmesini istediği için, "keşke bilseydiniz" buyurmakta; orucun faydasını öğrenmek için araştırma yapılmasının önemini vurgulamakta; ibadetin faydasını bilgi alanına sokmaktadır. Faydasını bilen kimse oruç ibadetini eda eder. Yüce Allah, faydasını bilerek oruç tutulmasını istemektedir ki bu, beynin, gönül ve nefsin beraberce görev almaları anlamına gelir. İbadet bir iman işi olması sebebiyle kalple; faydasının bilinmesi sebebiyle beyinle; nefsi disipline etmesi sebebiyle de nefisle alakalıdır. Bu üç manevi merkezi ilgilendirmesi sebebiyle oruç, insana faydaların en büyüğünü temin etmektedir. Kim, ne zaman seferi olur? Eski alimler seferi olmanın şartını mekan ve mesafeye bağlamışlardır. Deve yürüyüşüyle 90 kilometrelik bir mesafeye giden kimse, seferi kabul edilmiştir.
90 KM UZAK DEĞİL Halbuki mesafe ve zaman, teknolojik açıdan izafilik arz eder. Teknolojinin gelişmesiyle 90 kilometrelik bir mesafe, çok kısa bir zamanda aşılabilir. Günümüzde 90 kilometreyi yarım saatte alan araçlar vardır. Seferi olmanın evrensel bir ölçütü olmalı; nitekim Yüce Allah, Nis101'de evrensel bir ölçü koymuştur. Buna göre seferiliğin ölçüsü, hayat tehlikesidir: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, size kötülük etmesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz ki sizin düşmanınızdır." Bir ibadeti kısaltmak veya kazaya bırakmak için, kötülük etme tehlikesinin bulunması gerekir. Hayat tehlikesi bulunmayan bir yolculukta, seferilik söz konusu olmaz. Mesela: Savaş halinde olan bir ülkede, evinden dışarı çıkmakla seferilik başlamış olur. Böyle bir yer ve durumda seferi olmak için 90 kilometrelik bir mesafeye gitmeyi şart koşmak doğru değildir. Çünkü orada her adımda hayat tehlikesi vardır. Demek ki, seferiliğin şartı hayat tehlikesinin veya meşakkatin bulunmasıdır. Yaya veya deve sırtında gidilen çölde, seferilik hükmünün ölçüsü mesafe değil, yolculuğun tehlikesi ve meşakkatidir. Hayat tehlikesinin ve meşakkatin olmadığı yerlerde, mesafenin önemi olmamalıdır.
GÜCE GÖRE SORUMLULUK Bu deyinilmesi gereken kelimelerden biri de yut yani it kelimesidir. Yutık kelimesi, t ve tavk kökünden türemiştir. Fiil kalıbında alındığında "kuşatmak, tasma giydirmek, bir kimseye iş teklifinde bulunmak"; isim kalıbında alındığında ise "güç, kudret, enerji, gerdanlık ve halka" manalarına gelmektedir. Bakara 184'de geçen "Oruca zar zor dayananlar" yani dayanamayacak olanlar ifadesinden bu mana çıkmaktadır. bu kısmında "Orucu zorlukla tutan" anlamına gelmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır, bu ifadenin manasını uzun bir şekilde tartışmış ve nih"güç yetirememek" manasını tercih etmiştir. Biz ise "zorlukla güç yetirmek" manasını tercih ediyoruz. Bu hangi durumda oruç yerine fidye verileceği hususu ele alınmakta; bunun, oruca güç yetirememe olduğu bildirilmektedir. Demek ki, Allah gücünü dikkate alarak insana sorumluluk yüklemekte ve ibadetleri gücüne göre yerine getirmesini istemektedir. Sorumlulukların güce göre dağıtılması gerektiği, Kur''ın getirdiği en önemli kaidelerden biridir. Bu kaide, eğitimde ve özellikle hukukta işler hale geldiği zaman, eğitim ve hukuk modern hale gelmiş demektir. Siyaserki elinde bulunduranlar, kanun yaparken halkın gücünü dikkate almalıdır. Eğitimciler, altından kalkamayacakları konuları öğrencilere yüklememelidir.
FARKLI ALTERNATİFLER VAR Kısaca diyebiliriz ki güç ile ibadet, paralel yürümektedir. İbadet bir sorumluluk olduğundan, insanın gücü esas alınmış ve gücünü aşan işlerden insan sorumlu tutulmamıştır. Yüce Allah ibadetleri keyfi olarak değil, kulunun gücüne göre emrediyor. Bakara 184'te Yüce Allah, orucun belli günlerde tutulacağını bildiriyor; hastalık, sefer ve zar zor güç yetmesi gibi durumlarda ise, farklı alternatifler sunuyor. Böylece insanın içinde bulunduğu şartları dikkate aldığını gösteriyor. Kulun içinde bulunduğu şartları dikkate alarak hükümler koyması, Kur''ın ne kadar gerçekçi ve evrensel olduğunu ispatlamaktadır.
OCAK BAŞINDAKİ BİR İŞÇİ 183. farz kılınan bir ibadetin, 184. hangi şartlarda terk edilebileceği veya başka bir ibadetle nasıl telafi edilebileceği bildirilmektedir. Mesela; aşırı hararetli bir ocak başında çalışan işçinin, oruç tutması çok zordur. Hamile ve emzikli kadının oruç tutmamasını da ayetin bu kısmından çıkarabiliriz. İşte bu böyle şartlarda çalışan kimsenin, oruç yerine fidye verebileceği ruhsatı verilmektedir.