Küçükken hayat daha mı kolay? Sanırım... Sadece bekliyorsun ve her şey kucağına geliyor. Çünkü büyüklerin görevi bu. Seni doyurmak, altını temizlemek, canın sıkılınca parka götürmek.... Ne istersen bulup buluşturuyorlar. Su mu gerek? Hemmen geliyor. Çikolata mı? Zaten bir cepleri her daim emrine amade. Uykun mu geldi ? Sen gözünü kapatana kadar pışpışlamaya hazırlar. Kusmuğunu temizliyor, üstlerine işediğinde gülüp geçiyorlar. Sana çarpan masayı dövüyor, kanepeye kızıyor, sandalyeyi tekmeliyorlar. Sırf sen gül diye bir şebeklik silsilesi ki sorma.
Çekiliyortümtanıdıklar Sonra sen de büyüyorsun. Su istersen "Kalk al" diyorlar. Kardeşinin çikolatasına sulansan "Büyümedin gitti" diye söyleniyorlar. Artık masaya çarpan sen oluyorsun, azarı işiten de. Önce sana değil masaya koşuyorlar 'bir şey oldu mu?' diye... Bir şey istemek çocukluğa özel ve tabii ki isteğinin karşılanması. Çünkü pelerin altında Merkez Bankası'nın olmadığını öğreniyorsun koca adam olunca. Ve aslında büyüklerin işinin en zoru olduğunu. Oysa, önceleri saatler bile önemli. Günler, haftalar, aylar... İlk hece, ilk diş, ilk adım. Ve doğumgünleri. Her yıl eksiksiz kutlanan.. Kırmızı kurdelalı paketlerde elbise, ayakkabı, bazen bez bebek, bazen hikaye kitabı.. Birkaç yıl süren el bebek gül bebek zamanları... Ya sonrası? Aile fertlerinin ablukası bitiyor, kuşatma sona eriyor. Çekiliyor tüm tanıdıklar. Bir etten duvar arıyor insan kendine... 20'lik dişi çıktığında da birileri bulgur kaynatsın istiyor, doğumgünlerinde bez bebek getirecek birileri olsun, akşamları masal anlatsın bir ses ve 'sevgili' dediği bir kez kırmızı ayakkabı alsın ona... Ama büyüdüğün zaman, biri sataştığında, biri bağırdığında tüm aile fırlamıyor artık sokağa... Ve sen korunaklı bir çatı arıyorsun çocukluğundan beri, hâlâ. Akmayan, üşütmeyen, uçup gitmeyen bir çatı. Kabuk olacak üzerine, sızdırmayacak dışarıdan tek damla su, tek bakış, tek söz... Büyüdüğünü hissettirmeyecek sana...
Silbirkalemde... Büyük olabilmek için büyük sözler söylemek gerekiyor çünkü. Tanınmak için sansasyon yaratmak. Sevilmek için kaçmak. Evlenmek için gösterip vermemek. Sözünün dinlenmesi için sakal bırakmak. İşini yaptırmak için politik olmak. Kazık yememek için kazık atmak. Değer görmek için herkesi horlamak gerekiyormuş. Peki hayatın anlamı gereklilikleri yerine getirmek mi? Bu kurallar silsileri katlediyor beni... Ama artık biliyorum ki; "oğlum" ile "kızım" ile başlayan yazıları dört gözünü açarak okuyacaksın, yoksa kazık üstüne kazık yersin mahrem yerlerine. Kim ne kadar yakın olabilir ki bir diğerine. Geç bunları. Unut gitsin. Sil bir kalemde. Büyük adam küçük kadın yok dünyada, herkes aynı derecede çıkmazda. Birilerini çıkmazdan kurtaran kişi olma "salaklığınla"...