Ne yani susmak mı gerekiyor aşık olunca?
Kim ne zaman söyledi, ne zaman yazdı bilinmez, ama uydurduğuma göre; bu hikaye böyle başladı... Çok ama çok eski vakitlerde, evvel zaman içinde denilen dönemlerde, çekirge, ustasının huzuruna çıkıp o beklenmedik soruyu sormuş "Aşk ne demek?" İnsanoğlunun yaşama amacından, ateşi neden yaktığına, dünyanın oluşumundan küçük balığın niye kaçmak zorunda olduğuna kadar akla gelebilecek her türlü soruya yanıtı olan yaşlı bilge hazırlıksız yakalanmış bu kez. Çünkü hayatı boyunca hiç aşık olmamış. Bilgi fışkıran gözleri kapkara bir cehaletle denizin öte yanına odaklanmış. Çizgilerle dolu yüzünde bir tek aşk hatıraları eksikmiş. Hiç yaşamadığı, tatmadığı bir duyguymuş çırağının ondan beklediği yanıt. Cevapsız bırakmak da olmazmış. Uzun bir sessizlikte kaybolmuş yaşlı adam. Ekmek desen değilmiş aşk... Su, toprak, ateş değil. Ölüm desen ya da yeni bir hayat, yok... Anne şefkati, baba sıcağı, kardeş yakınlığı da değilmiş. Neye benzermiş acaba? Yaz yağmuru, kış güneşi, sabah ayazı, gece karanlığı. Bir kardelen, çölde serap, yürek çarpıntısı... Bulamamış. Ve gözleriyle kulakları kendisine çevrili çekirgesine şöyle deyivermiş: "Aşk yaşanır evlat, anlatılmaz..." Bilgenin cehaleti asırlar boyunca nesilden nesile günümüze kadar taşınmış. Ve insanoğlu bu kaçamak yanıtın esiri oluvermiş. Aşık olunca konuşmamış, anlatmamış, kurcalamamış. Çünkü üzerinde tartışmak değil, yalnızca yaşamak içinmiş aşk dedikleri. Kimi kimyaya sığınıp hormonlara bağlamış 4 yıl ömür biçmiş... Kimi kader deyip işin içinden çıkıvermiş. Kimi seksle özdeşleştirmiş, kimi "Gözlerde başlar" demiş. Ve herkesin her dediği, aşkın sırtında birikivermiş. Zavallı aşk, bunca ağırlığı taşıyamayıp devrilmiş. Aslında yangınmış aşk, kül etmek için bir tutam alevi yeten. Tutkuymuş, uğruna anababa astıran, kardeş kanı döktüren. Vazgeçmekmiş, paradan puldan, maldan mülkten. Zincirmiş, yağlı urgan, kelepçe, pranga, salıvermeyen. Zehirmiş, damarlarından usul usul süzülüp hücrelerine çöreklenen. Sihirmiş, yalancıymış, çirkini güzel eden, kurbağayı prense çeviren... Bir hayvanın yavrusuna, düşmanına, avına duyduğu hislerin az buçuk tamamıymış kısaca... Hem yazılır, hem anlatılırmış biz niyetli olunca..
|