Eski zamanlar
Yeniden izliyorum eski filmleri. Dergileri karıştırıyorum, 1960'lı, 70'li yılları... Kadınların giysilerindeki zarafeti, iffetlerini. Erkeklerin delikanlı duruşlarını. Bekçi babaların düdüğünü duyuyorum, asayiş berkemal! Mustafa Kemal'in ölümünün yasını tutuyor, hazır ola geçmiş bir çocuk. Boya sandığının önünde. Günaydın gazetesinin birinci sayfası...
***
Yana yatmış ahşap evlerin duvarlarında hac desenli halılar asılı. Camilerden çıkan insanlar birbirinin hatırını soruyor, politika ne demek! 1964 yılında Hayat dergisinden bir haber. "Milletlerarası Basın Enstitüsü'nün 13. Kongre'si nedeniyle Türkiye'ye gelen delegeler, 'Türkiye rüyalar ülkesi' diyor." Onlar nereden bilsin, türban meselesiyle düşlerin bile yağmalanacağını.
***
Ne güzel yıllar, onurlu yıllar... Açlık var ama çanta kapmak asla... İnsanlar akşam saatlerinde güneşi demliyor, çayını içerken. Aşklar günübirlik değil, ömürlük. Trenler asker taşıyor, bütün çocuklar oyunu bırakıp haykırıyor. "Güle güle asker abi!" Şimdiki gibi kendi askerine meydan okuyan zalim politika, bu topraklarda mevcut değil.
***
Sonu gözyaşıyla biten siyah-beyaz filmlere bakıyorum da, herkes her şeyi unuttu. Teknoloji başlayınca nostalji bitti. İnsanlar ne kadar kötü olursa olsun, sevmek gerekirdi de, yürekler kir tuttukça, kinler büyüdü. Oysa hâlâ çocukluğunu anlatırken, mendil ister eski zaman kadınları.
***
Eski zamanları kolayca sildiğimiz için, şimdiki zamanın ahlaksızlığına yenik düşüyoruz. Kurban ederken çocuklarımızı...
***
Çocuklarımız şehit ediliyor, yetkili beylerden çıt yok! Cenazelere de gidemiyorlar... Yüzleri mi yok, güçleri mi? Yoksa kendilerini acıdan muaf mı tutuyorlar? Saf tutmaları gerekirken...