CafeBlog
Otobüsten indi. Üşüyordu. Saatine baktı. Gülümseyerek "yedi yüz elli beş" diye mırıldandı kendi kendine. Yine ustasından beş dakika önce gelmişti işte. Ana yoldan sanayi sitesinin içine doğru hızlı adımlarla yürürken okulu bırakmakla iyi ettiğini düşünüyordu. Usta da iyi adamdı be. En azından bir meslek erbabı olacaktı burada. Sonrası? Sonrası Allah kerim... Kepengi kaldırmak için kilidi açmaya çalışırken ellerindeki nasırlara takıldı gözleri. Olsundu. "Ben daha çırağım. Çıraaak!" dedi yüksek sesle. Nasıl olsa yalnızdı dükkanda. "Deli" diyecek kimse yoktu ortalarda. Çayın altını yaktı. Elbiselerini çıkartıp astıktan sonra tulumunu üzerine geçirdi. İstiyordu ki; ustası geldiğinde, çay demlenmiş, dükkan derlenip toparlanmış, süpürülmüş olsundu. Bunu ustası için mi yoksa kendisi için mi yaptığına karar veremiyordu. Ceketinin iç cebinden çıkarttığı arkası kuşlu aynasını, tulumunun cebine yerleştirmeden önce son bir kez kendisine baktı. Saçları lacivert görünüyordu sanki güneş ışığında. Güneşe bakmaya çalışırken gördü arabayı. BMW amblemini farkettiği sırada yutkundu.. "Ne araba be arkadaş." Takip eden bir kaç saniyede ne düşünebildi ne de yutkunabildi. Tek görebildiği, güneşi arkasına aldığı halde, güneşten daha fazla parlayan bir çift ela göz ve kumral saçlardı şimdi. Sonradan o anı çok düşündü ama hiç bir zaman emin olamadı. Sanki o an, o saçların üzerinde bir ruh görür gibi olmuştu... http://ahbeguzelabimbe.blogspot.com/