Fenerbahçe'nin Türk halkı tarafından fazlaca sevilmesinin bir nedeni de Kurtuluş Savaşı yıllarında gerek Anadolu'ya silah sevkiyatını bizzat yönetmesi, gerek işgal kuvvetlerinin takımlarıyla yaptığı maçlardan hep galibiyetle ayrılması, gerekse de cephede şehit verdiği çok sayıdaki futbolcusundan kaynaklanmaktadır.. Şehidin büyüğü, küçüğü olmaz ama ''En büyük şehit'' ya da ''En anlamlı şehit'' denilince o yıllarda tek bir isim akla gelmektedir. O da Fenerbahçeli Arif'tir.. ''Çanakkale geçilmez'' destanını yazan askerlerden biri olan Arif, bir yandan düşmana geçit vermezken, bir Galatasaray maçı öncesi takımının da formasını giyebilmek için tam 26 saat at sırtında yolculuk yapmış, maçını oynadıktan sonra yine atla geldiği gibi giderek düşmana karşı savaşını sürdürmüştür.. Arif'i 1917 yılında Galatasaray maçında oynamaya bu kadar hevesli kılan olay ise ilk kez bir büyük derbide oynama isteğiydi.. Arif gibi o maçta oynamak isteyen bir başka Fenerbahçeli futbolcu da kaptan Galip Kulaksızoğlu'ydu.. Galip de Kırklareli'nden at sırtında derbi karşılaimasına gelmişti. İki futbolcunun bu maç sonrası cepheye dönmeleri ise gerçekten dramatik, hazin bir öykünün ortaya çıkmasına neden olacaktı.. Galip Kulaksızoğlu savaşta yaralanıp, tedavi için İstanbul'a geri gönderilirken, Arif Emirzade ise daha bir süre cephe ile Fenerbahçe takımı arasında gidip gelmeyi sürdürecekti.. Doğaldır ki Arif yoğun yurt savunması içinde takımının her maçına yetişemiyordu. Ama iddialı maçların hiç birini kaçırmamaya çalışıyordu. Özellikle de Galatasaray karşılaşmalarını. Fenerbahçe Kulübü, 1919- 1920 sezonuna iddialı gimek istiyordu. Bunun için, ilk kez sahaya çıkacakları İdmanyurdu maçında, sağbekleri Arif'in mutlaka oynamasını istiyorlardı. Kumandanlıktan özel izin alarak, Arif'in oynamasını sağlama almışlardı. O mutlaka gelmeliydi, gelecekti... Arif gerçekten de, Fener defansının vazgeçilmez adamıydı... Onun nasıl bir futbolcu olduğunu anlamak için, eski Fenerbahçeli futbolculardan Sedat Taylan'ın 1944 yılında yayınladığı, "Fenerbahçe'den Hatıralar" adlı kitabına bir göz atalım: "Arif, çok eskiden Fenerbahçe takımında, müteaddit defalar tekdirle seyremiştim. O zaman, Fenerbahçe müdaafasının belkemiği vaziyetindeydi. Zayıf fakat çok çetin, gözü pek bir oyuncuydu. Sert, fakat faulsuz oynardı. Maç sırasında asabi olan Arif, maç bitiminde sakin ve nazik bir genç olurdu..." Evet, daha önce de söyledik... Fenerbahçe, 1919- 1920 sezonunun ilk maçı olan İdmanyurdu mücadelesi için, Papazın bağında Arif'i bekliyordu... O gelmeliydi, gelecekti, gelirdi de... Fakat, onun yerine, kara haber geldi: "Arif, tam kalbine yediği bir kurşunla, şehit oldu." Fenerbahçeliler, gelen haberle bir anda mateme boğuldu. Herkes birbirine sarılıp ağlıyor, Türk futbolunun yetiştirdiği en gerçek kahramanının kaybına kahroluyordu... Hüzün, dalga dalga tüm İstanbul'a yayılmıştı. Ancak, maç oynanmalıydı... Fenerbahçeli yöneticiler, santra çizgisinin başladığı yerdeki sahanın kenarına bir sandalye koydular ve üzerine Arif'in 2 numaralı formasını astılar. Takım, sahaya 10 kişi çıkmıştı... Ama, Fenerbahçe eksik değildi. Saha kenarındaki sandalyede asılı duran forma, Arif'i sahaya sürmüş gibiydi. Sanki, rakibin ataklarını, o durduruyordu. Fenerbahçe, kahramanının huzur içinde toprakta yatması için, o denli coşkulu oynadı ki, rakibi İdmanyurdu'nu tarihinin en farklı skoru ile yendi: 11-1. O günden bu yana, o rekor hkırılamadı. Fenerbahçeli tüm futbolcular, bu galibiyet sonrasında hep birlikte 2 numaralı formanın önünde saygı duruşuna geçerek, "Ruhun şad olsun Arif" dediler.