Naylon çiçekler
Ceketlerinin üst cebinde karanfil olurdu gazetecilerin. Ağzı papatya kokardı. Masum çocuklar gibi bakardı hepsi de... Yazarlığı altın tepside sunmanın kirli kapıları açılmamış henüz. Gazeteciler kahvesini mahalle kahvelerinde içiyor. Halini hatırını soruyor işçilerin.
***
O yıllarda işçi çocuklarına şiirler yazıyor şair Muammer Hacıoğlu, Nişantaşı konulu. "Çıkar kanlı ellerini aslanın ağzından. Git göster süt içen köpeklere Nişantaşı'nda..." Sırnaşık gazeteciliğin kapılarında hiç kimse yok. Meydanlar yürekli gençlerle dolu, dedikodu toplumu üretilmemiş. Gazeteciler çınar gibi dimdik. Yılışıklık yalnız hissediyor kendisini.
***
O yıllarda umumi helalar var, şimdiki gibi kirli değil üstelik. Kimse kimsenin ağzının içinde bataklık aramıyor. Haramilik ve gazetecilik kardeş değil. Bir gazeteci, sayfalara aktardığı dili kullanıyor... Konuşurken de, kavga ederken de...
***
O yıllardaki gazeteciler, öğretmenlerin, işçilerin hayat damarındaki alyuvarlar gibi. Ne altlarında cip var, ne politikacıya yanak uzatan onursuzluğun zerresi. Bedenini pazarlayan kadınların, gazetelerin birinci sayfasında ne işi var. Şimdiki manken vebası hayal bile edilemez! Nişantaşı kibar bir yer, kimse çöpü sokağa atmıyor. Züppeliğin de fingirdekliğin de başı kalabalık değil, bugünkü gibi.
***
Temiz bir Türkçe'ye karnı doyan gazetecilik, ihtiraslı beylere kaldı. Koca çınarların yerini "naylon çiçekler" aldı. İhtirasın önünde dağlar yıkılıyor artık, kutsal saydığımız bütün değerler. Kasıklarından yazan kadınlara secde eden sistem, namuslu kadınların haykırışlarına yer verir mi gazetelerinde? Bitirimlik niye bu kadar ilgi görüyor sanıyorsunuz?
***
Bir şöhret travması yaşanıyor, bir manken şehveti. Bir züppelik itibarı... Vicdan terazileri hileli... Ahlaki değerler kayıp! Ayıp olan şeyler ayıp değil artık. Bu ayıp da hepimize yeter!