Bir iyi, bir kötü haber... Kötü haber zaten bekleniyordu; öğleye yakın bir saatte Fransa'dan geldi. İktidar milletvekili ve Halk Birliği Hareketi (UMP) lideri Sarkozy'nin yardımcısı Patrick Deveciyan'ın önergesi dahi kabul edilmeyerek, soykırımın inkârının cezalandırılmasını isteyen tasarı Fransız Meclisi tarafından benimsendi. Deveciyan, iktidar partisi mensubu olmasına rağmen, bu tasarının sıkı bir takipçisi ve destekleyicisiydi. Ama uluslararası camiadaki tepkileri bir nebz e dindirebilmek amacıyla, "Tarihçilerinvebilimadamlarınınaçıklamalarıinkâryasasıkapsamıdışındakalsın" şeklindeki önergeyi vermişti. Bu durumda sadece Sosyalistler değil, iktidar partisinde çok güçlü bir yeri olan Deveciyan dolayısıyla muhafazakârlar da Türkiye'nin karşısında yer almış oluyor. Hatta, Sarkozy'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koyacağından yola çıkarak, Deveciyan'ın -Ona yakınlığı dolayısıyla-, Başbakanlık koltuğuna bile oturabileceğinden söz ediliyor. Türkiye'nin sıkıntısı, Fransız milletvekillerinin pek çoğunun konuyu enine boyuna tetkik etmemiş olmaları ve seçimlerde Ermeni diasporasının desteği ni almak amacıyla tasarıyı desteklemeleri. Bu yüzden, Deveciyan gibiler, rahatlıkla onları yönlendirebiliyor. Biz kendi milletvekillerimize, zaman zaman, "Bilgi sahibi olmadan el kaldırıp indiriyorlar" diye kızıyoruz ya, bir televizyon kanalında, Onur Öymen ile konuşan Fransız milletvekilinin sözünü duyunca hayrete düştüm. Aynen şöyle diyordu: "ButasarıTayyipErdoğan'ınaleyhindedeğilki,belkiAtatürk'ünaleyhindeolabilir." Atatürk'ün 1915 tehciri ile ne ilgisi var? Ayrıca hiç kimse, konuyu Tayyip Erdoğan'la irtibatlandırmıyor ki! Fransız milletvekili, aslında, "BizimTürkler'esözümüzyok,Osmanlıdönemineaitbirhesaplaşma" demek istiyordu ama, cehaleti yüzünden onu da beceremedi. Fransız Parlamentosu'nun bu tavrını görünce, kendi ülkeme ve parlamentoma duyduğum saygı arttı. Biz her konuyu Türkiye'de daha çok tartışıyoruz. Üstelik kendi kendimizi çok daha fazla eleştiriyoruz. Gerçi, Fransa'da da bazı gazeteler ve yorumcular inkâr yasasının fikir özgürlüğüne aykırı olduğunu ve Fransa'ya yakışmadığını yazdılar. Fakat tepkiler çok sınırlı kaldı. Soykırım meselesinin sürekli gündemde tutulması, Türkiye açısından yanlış bir izlenim doğmasına da yol açıyor. Ve "BarbarTürk" imajını güçlendiriyor.
***
İşte bu noktada Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanması, yüreğimize su serpti. Pamuk, Türkiye'de maalesef edebi yönüyle değil, daha ziyade siyasi tavırlarıyla gündeme geldi. "1milyonErmenive30binKürtöldürüldü" sözleri talihsiz bir açıklamaydı ama, yüz binlerce okuyucuyla buluşan, sadece Türkiye'de değil, yurt dışında da itibarı olan bir romancı, herhalde tek bir cümleye irca edilemez. Pamuk, farklı kimliklere saygı gösteren, özgürlüklerden yana ve Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmasını arzu eden bir aydın. Çok tartışılan o cümleyi de, daha sonra şöyle açıklamıştı: "Oanlâfıngelişiöylesöyledim.Amadürüstlükvesorumluluk,söylediğinizşeyinarkasındadurmayıgerektirir.Buyüzdensahipleniyorum.Ben, 'Türkler Ermeniler'i öldürdü' demedim. 'Biz öldürdük' dedim.Soykırımdandasözetmedim. 'Osmanlı, Ermeniler'i öldürdü' cümlesinisarfettim.BenTürk'üm.TürkiyeCumhuriyeti'ninmevcutharitasınırlarıiçindeAB'yegirmesiniisterim.AnadilimTürkçe;amabiri 'Kürt'üm' diyorsaonadışkıyedirmemeliyiz.OsavaştaölenlerinbüyükçoğunluğunundaKürtolduğunusöylemekbirsaygıifadesidir.Ermenimeselesinindetabuhalinegelmesiniistemiyorum.ÇünkübutabuABönündebirtıkaçoluşturuyor." Orhan Pamuk, Türklük'e hakaret ettiği gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinden yargılandı. Avukat Kerinçsiz ve arkadaşlarının Şişli Adliyesi önünde çıkarttığı olaylar, Türkiye açısından can sıkıcı görüntülerdi. Bunlar, Batı basınına ve televizyonlarına yansıdı. Belki, Nobel vesilesiyle Pamuk'un tanıtımı yapılırken, gene yargı süreci hatırlatılacak ve Türkiye aleyhine ilave bir propaganda imkânı doğacak. "Türk" ismini romanlarıyla Batı dünyasında yücelten bir yazarı, Türklük'e ha karetten dolayı nasıl yargılayabildik?