Türk askerinin Lübnan'a gönderilmesi, Başbakan Tayyip Erdoğan açısından siyasi bir risk. Çünkü, vatandaşın büyük bir çoğunluğu buna karşı; zaten, muhalefet de, konuyu bu yüzden istismar ediyor. Tezkerede "Türkaskerininhiçbirgücünsilâhsızlandırılmasınakatkısağlamayacağı" açıkça belirtilmiş durumda. Askerin görev sahasının sınırları da çizilmiş. Afganistan'daki Barış Gücü'ne asker gönderdik ama, biz Taliban'la çatışmaya girmedik. Bosna'da ise, Sırplar'la Boşnaklar arasında süren savaşı sonlandırmak üzere Barış Gücü'nde yer almıştık. O tarihte kamuoyu, daha büyük bir risk taşımasına rağmen, Türk askerinin Bosna'ya gitmesini destekliyordu. Çünkü, katliam, daha uzun sürmüştü. Acaba, beklese miydik Lübnan'da ve İsrail'de daha fazla sivil öldürülsün, daha çok sayıda çocuğun kanına girilsin diye? Elbette risk var. Ateşkes, çok hassas dengeler üzerine oturuyor. İsrail, işgal ettiği Şebaa çiftliklerini terk etmeden, Lübnanlı esirleri serbest bırakmadan, Filistin ile kalıcı bir barışa imza atmadan, bölgeye huzur katiyen gelmez. Ama Türkiye gözlerini yumsa, başını devekuşu gibi kuma gömse dahi, zaten ateş çemberinin içinde. Ortadoğu haritası yeniden çizilirken, sadece "kazanmak" için değil, kaybeden taraf olmamak ve olumsuz gelişmelere karşı kendimizi korumak için de Barış Gücü'ne katılmalıyız.