Takvim, Türkiye'nin en ünlü mekanı olan Bağdat Caddesi'nde esnafın nabzını tuttu.
***
Bağdat Caddesi eski günlerini arıyor
Bağdat Caddesi, İstanbul'un en şaşalı alışveriş ve yaşam yeri Eğer burada da işler kötüyse, öteki esnafın halini düşünün!.
Kızıltoprak'dan Suadiye'ye uzanan Bağdat Caddesi, İstanbul'un Anadolu yakasında yaşayan insanlarımızın gurur kaynağıdır bir anlamda... Bu cadde iki yönlü alış veriş noktaları, her zevke, özellikle de yüksek zevklere hitap eden dükkanları, pırıl pırıl insanları, kibar ve medeni satıcıları ile Türkiye'de bir eşi daha bulunmayan bir yaşam alanıdır. Cadde, günün her saatinde tıklım tıklım kalabalıktır, insanlar bir baştan bir başa burada gezinirler, sohbet ederler, yorulduklarında soluklanmak için bir kafeye girerler, yazın bir dondurma, kışın da sıcak bir kahve ile gönüllerini hoş ederler. Bağdat Caddesi, birçok yönüyle de, emsalsiz özellikleri ile burada yaşamaya alışmış olanların asla terkedemedikleri bir yerdir. Bağdat Caddesi'nde doğmuş büyümüş olanlar, kendilerini 'Bağdatlı' diye tanımlamaktan gurur duyarlar... Hani 'Ana gibi yar olmaz Bağdat gibi diyar olmaz'casına...
* Bana yardımcı olan meslektaşlarımla birlikte Suadiye'den girdik Bağdat'a... Vakitlerden bir öğle üstü, saatler 16.00'yı göstermekte... Güneş yakıcı, sıcaklık 30-32 derece var ama poyrazdan esen kuzeyli rüzgar, gölgeleri tam da oturup dinlenmek, bir nefes soluklanmak için muhayyer hale getirmiş... Suadiye'den Kızıltoprak'a, Bağdat'ın altında ve üstünde ikamet eden tekmil ahali, atmış kendini caddeye... Günlerden de cumartesi olması hasebiyle, bir çeşit tatil yapmaktalar zannedersiniz, üzerlerinde son derece şık, gösterişli yazlık kıyafetlerle mutlu mesut gezinmekteler. Takvim Gazetesi'nde yaklaşık 10 gündür sürdürdüğümüz piyasalar ve esnaf dizisi için İstanbul kazan biz kepçe dolaşırken, gördüğüm en esaslı manzaralardan biri de buydu zaten... Esnaf müşteri bekliyor ve fakat vatandaş sokaklarda gezinmekte... Önemli bir fotoğraftan söz etmekteyim, lütfen dikkat buyurun... Dükkanlar sinek avlıyor, vatandaş sokakta tur atıyor. Sanki hiç bir zaman o dükkanlar onların aışveriş ettiği yer olmamış, sanki sokaktaki yurttaş da o dükkanların müşterisi olmamış... Bir enteresan yabancılaşma var, müşteri ile esnaf arasında...
* Gelişi güzel dalıyoruz bir kozmetik mağazasına... Pırıl pırıl bir dükkan... Tekmil ürünler Fransa'dan... Tutun ki Paris'tesiniz ve oradan alışveriş ediyorsunuz, aynı şey... Tezgahta güzeller güzeli bir genç hanım... Selma hanım adı, tanıtma kartında isminin altında da güzellik uzmanı yazıyor. "Hah", diyorum içimden, "esnaf genel olarak çok sıkıntılı bir yaşam sürdürüyor ama birbirinden çekici ve bakımlı kadınların çoğunlukta olduğu şu Bağdat Caddesi'nde herhalde bir güzellik ve kozmetik mağazası işlerinden şikayetçi değildir." Soruyorum, "işleriniz nasıl" diye Selma hanıma... El cevap: "İşlerimiz durgun..." "Bre yapmayın, etmeyin, siz de mi?" "Evet, bu kadar kaliteli ürünlere rağmen, vatandaşın alım gücünde son zamanlarda bir duraklama oldu. Akşam üzerleri bir miktar kıpırdıyor işler ama yeterli değil..." Nedenini soruyorum. "Ben o kadarını bilemem ama durum bu" diyor. Çin malı ürünler Perihan hanımın, asıl mesleği avukatlık ama biz onunla bir avukat olarak konuşmuyoruz. Bağdat Caddesi'ndeki dükkanlarında, hediyelik eşya satıyor. Asıl işi avukatlık ama cumartesi-pazar günleri dükkana yardımcı oluyor. İşleri asıl yürüten kişi kocası... Fakat ikisi birlikte 20 küsur yıldır Bağdat Caddesi'nde satış yapıyorlar, piyasadaki değişiklikleri mukayese edebilecek durumda... İşleriniz nasıl sorusuna burada da aynı cevabı alıyorum. İşler eskisi gibi değil. Nedenini şöyle anlatıyor Perihan hanım, avukat olmasının da verdiği avantaj ile... "Gördüğünüz gibi biz esas olarak Çin ile çalışıyoruz. Dükkanımızda ağırlıkla çin malı ürünleri yer veriyoruz. Ben her yıl bir ay kadar Çin'de bulunurum ve ilginç ürünler ithal etmek için uğraşırım." "Aman" diyorum ben... "Bütün esnaf Made in China ürünlerden yakınmakta iken şans eseri, Çin malı satan bir dükkana girmişim, siz ne diyorsunuz bu işe?" Hanımefendi değişik bir yaklaşım getiriyor: "Bence Türkiye'ye Çin mallarının gelmesi o kadar da kötü bir şey değil. Mesela, biz başka yabancı ve yerli ürünler de satıyoruz o sebeple karşılaştırma imkanı buluyoruz. Burada son bir iki ay içersinde döviz yukarıya fırlayınca, birçak ithal mala ve aynı zamanda yerli üretime fiyat bindi. Fakat Çin malları hiç fiyat koymadı. Çin mallarının fiyat koymamış olması, yani maliyetlerin artmamış olması, etiket fiyatlarının aynı kalmasına sebep oluyor." Bu durumda, öteki ürünlerin de fazla fiyat koyması engelenmiş oluyor. Çin ile rekabet edebilmek için mecburen fiyatlarını mümkün olduğunca aşağıda tutmaya çalışıyorlar. Bu da piyasa için iyi bir şeydir.
* Perihan hanım da işlerin kesat gittiğinden yakınıyor ama ona göre sebep farklı: "Millet kredi kartına hücum etti. Kartların taşıma kapasitesi doldu. Birçok vatandaş, bankalarla icralık oldu. Alışveriş etmekten korkar hale geldi. Ancak bütçesinde nakit olarak hediyelik bir harcama gücü yaratabilirse, hediyelik eşyaya yönebiliyor. Genel olarak da, faizlerin yeniden yükselmesi ile tüketim dürtüsü azaldı. Parası olanlar içinse, dövizin artışı da insanlarda tekrardan tasarruf güdüsünü derinleştirdi. Bu yüzden Bağdat Caddesi'nde bile işler kesatlaştı."
* Bir başka şikayet konusu, Bağdat Caddesi'nde de ardı ardına alışveriş merkezlerinin açılması. Küçük esnafın alışveriş merkezleri ile rekabet edebilmesi olanaksız. Alışveriş merkezleri, tüketicideki geleneksel alışveriş alışkanlıklarını yıkıyor, yerine çok değişik bir yapı oturtuyor. Alışveriş merkezlerinde, üreticiden çok çok ucuza temin edilmiş gerekli tüketim malları ile gereksiz ürünler bir paket halinde sunuluyor, çekici promosyonlarla ve küçük esnafı dayanması mümkün olmayan uzun vadelerle, müşteri cezbediliyor. Sermaye gücü de cabası... Önerilen proje şu: Hükümet veya yerel idareler, İstanbul'da ve dahi Türkiye'nin öteki kent merkezlerinde büyük alışveriş mağazaları ile küçük esnafın ayrı kefelerde bulundukları teraziyi dengede tutacak yönetim biçimleri oluşturması... Büyük alışveriş merkezleri de olacak, küçük esnaf da olacak ama birbirini boğazlamadan... Bağdat Caddesi'ne çıkan bir dik sokakta, hemen köşe başında bir ayakkabıcı... Vitrinde birbirinden güzel abiye ayakkabıları, 35 liraya, 40 liraya, 50 liraya görünce bu mağazaya yöneliyorum. Bir de ne göreyim. Dükkanı bir kenarında, küçük bir tezgahın arkasında bir ayakkabıcı ustası, eski ifadeyle bir kunduracı takır tukur çalışmakta... Tam de bizim çocukluğumuzda, açılan, ya da köselesi tükenen ayakkabılarımızı götürdüğümüzde, çalışmalarını hayranlıkla seyrettiğimi türden, sanki nostaljiden, çok eski bir fotoğraftan çıkıp gelmiş gibi bir usta... Güleç yüzlü, ürettiği ayakkabılardan zevk alan bir insan. Dükkan da oranın sahibi olan bir de esnaf arkadaş var, el ele vermişler usta ile birlikte ürettikleri ayakkabıları biter bitmez vitrine koyuyorlar. Gelen müşteri de aldığı ayakkabının nasıl üretildiğini görüyor. Büyük ihtimalle, sipariş üzerine de ayakkabı üretiliyor. Selahattin ustanın adı; Selahattin Söylemez. Selahattin usta da gidişattan memnun değil, "eski günler yok" diyor .