BugünBarış Manço'nun vefatının 6. yıldönümü. Ekonomi Müdürümüz Faruk Erdem, uzun yıllar dostluk yaptığı Barış Manço'nun bilinmeyenlerini yazdı.
***
Barış ve sevgi için acele etti
1987 yılı... Moda'da, ağaçlarıyla yeşil bir tüneli andıran dar sokakta yürüyoruz. Biraz sonra, küçücük bir çocukken şarkılarını mırıldandığım, siyah beyaz TV'nin önüne diz çöküp, pelerinini savururken söylediği, "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa" şarkısını dinlediğim Barış Manço ile tanışacağım... Beyazıt'ta eskiciler pazarından topladığım plaklarını bir teyp kasetinde birleştirdiğim, o kasetleri de atalarımdan kalma bir hazine gibi en kıymetli yerlerde sakladığım Barış Manço... Gazeteciliğe başladığım ilk yıllar. Belki de ilk ciddi röportajımı yapacağım... Bizi alt katta geniş bir salona alıyorlar. Her taraf tarih kokuyor. Dolaplarda antika fotoğraf makineleri... Ortada, sonradan Manço'nun 'Kara Kızım' dediği ve büyük kıymet verdiğini öğreneceğim muhteşem bir piyano duruyor... İkram edilen çayı içerken Barış Manço geliyor, hızlı adımlar ve seri hareketlerle... Dizlerim titriyor... Soruları soruyorum. Hep merak ettiğim şeyleri. Haberi çoktan unutmuşum... Muhteşem bir sohbet... Her görüşmemizde esprilere konu olacak ve kulaklarımdan hiç çıkmayacak şu sözleri de o gün söylüyor: "Her gelen, 'Saçın niye uzun?' diye soruyor. Siz de soracak mısınız bilmem ama, ben sormadan söyleyeyim. Benim saçlarım uzun değil, sizinkiler kısa..."
*** Daha sonraki yıllarda sık sık görüştük Barış Manço ile. Artık Barış Abimiz'di o bizim. Aynı TV'de çalıştık... Dostluğumuz ölene kadar sürdü. Müziğiyle zaten zirvedeydi. Ama televizyonculuğun nasıl yapılacağını da herkese gösterdi. 7'den 77'ye ile, Dönence ile, İkinci Bahar ile... Hayattaki tüm nesilleri aynı anda buluşturdu ekran başında, stüdyoda... Gencecik yaşında hastalıklarla boğuştu. Önce karaciğer kanserini, sonra erkeklerde çok nadir görülen meme kanserini yenmişti. Göğsündeki tümörü aldıkları gün, "Göğsümdeki Çin seddini yok ettiler..." diyecekti. Ama kalbi daha fazla dayanamadı. Bu kadar çok sevgiyi sığdırdığı o kalp, 1999 yılında, 31 Ocak'ı 1 Şubat'a bağlayan gece duruverdi... Hızlı haraket ediyordu. Hızlı konuşuyor, hızlı yürüyor, hızlı çalışıyordu. Sevgi ve barış için acelesi vardı sanki. Aramızdan ayrılmak için bile acele etti. O yıl çalıştığım gazetedeki arkadaşlar beni aradıklarında, gece saat 01:30 civarıydı. Kadıköy'e Siyami Ersek'e gittiğimde, Allah'a kavuşmuştu... Doktor açıklama yapıyordu. Ne dediğini duyamıyordum bile... "Gitti" dedim bir kenara çöküp. "Koca Barış gitti..." Teslim olmuş insanlar için yapacak fazla bir şey yok, sadece Fatiha... Cenazesinde görüldü ki, Barış'ın bir yere filan gittiği yok. Öyle bir miras bırakmış ki geriye... Hemen her düşüncede insan onu seviyor. Kimi alkışlarken, kimi şarkı söylüyor, kimi tekbir getiriyor. Aynı tabutu omuzlamışlar... "Adam Olacak Çocuklar", "Sarı Çizmeli Mehmet Ağalar", "Süper Babaanneler", "Nazo Gelinler", "Nenni Bebekler", "Balsultanlar" ve "7'den 77'ye" herkes, gözyaşı döküyordu. Sadece Müslümanlar değil, her dinden insan vardı camide... Kasetleri milyon rakamlarını bulmazdı ama, gönül işinin parayla pulla, rakamla olmadığı görüldü. Cenazesinde Türkiye ayaktaydı neredeyse... Böyle insanlar zor geliyor... Demiyor mu kendisi de bir şarkısında "40 yılda bir gelir Barış gibisi..." diye... 40 yıl daha beklesek gelir mi Barış gibisi? Unutma ki dünya fani Veren Allah alır canı Ben nasıl unuturum seni Can bedenden çıkmayınca...