Dinimizin emirlerine uyduğumuz zaman, hoşgörülü ve iyimser olmak bizim tabii ahlakımız ve davranışımız olacaktır. Çünkü bunlar İslam'ın temel prensipleridir.
Eskiden beri bazı dindar kimseler hep çevrelerini din adına suçlarlar, eleştirirler. Hatta onları bir çeşit düşman olarak görürler. Bu türlü kimselere, "dindar" demekten çok "dini dar" demek daha doğru olur. Gerçekten de onların dini anlayışları dardır. Görüşleri kısırdır. Derinlikleri yoktur, bakış açıları sığdır. Her şeyi sadece dış görünüşü ile tanırlar, olayların içyüzüne, arka planına nüfuz edemezler. Bu türlü yüzeysel görüşleri ile de İslamiyet'i en iyi kendilerinin anladığını zannederler. Öğrendikleri kırık dökük, yarım yamalak basit bilgilerle her şeyi ve herkesi ölçerler, tartarlar ve ona göre de yanlış bulurlar, zararlı görürler, dine aykırı sayarlar. Bununla da kalmayarak, din adına suçlarlar, günahkar ilan ederler. Duruma göre kafir veya zındık sayarlar. Cehennem onların özel azaphanesi gibidir, önüne geleni zebanilere teslim eder, cehennemde yuvarlarlar. Dini darların yüzleri hiç gülmez. Gülmek büyük günahtır. Suratlar hep asık, tavırlar sert, kaşlar çatık, yürekler katı, hükümler acımasız ve davranışlar kabadar. Üzülerek ifade edelim ki, dini darların bu sevimsiz ve de sapık tutum ve davranışları, hemen bütün Müslüman dindar insanların ortak tavırları gibi algılanır. Bunlarla karşılaşanlar, bütün dindarlara o gözle bakarlar. Halbuki normal dindar insanlar son derece geniş görüşlü, hoşgörülü ve müsamahakar insanlardır. Çünkü, yüce dinimiz İslamiyet'in temel ilkeleri hoşgörülüdür.
İyi niyet asıldır
İslamiyet'te, hoşgörü ve geniş görüşün birçok temel prensibi bulunmaktadır. Bunlardan birinci hüsnü niyettir. Yani iyi niyettir. Müslüman kişi, çevresindeki insanlara ve olaylara öncelikle iyi niyetle bakmak zorundadır. Hem kendisi iyi niyetle bakmalı, hem de herkesi iyi niyetli görmeli, iyi niyetli kabul etmelidir. Elimizde hiçbir bilgi ve belge olmadan her olayı ve her kişiyi kötü niyetli, düşman gibi görmek, son derece yanlıştır. Elinizde bir belge olursa ona göre düşünün ama, meydanda hiçbir şey yok iken, karşılaştığınız kişi ve konulara birer fitne ve fesat gözüyle bakmak, öyle değerlendirmek, öncelikle haksızlık olmaz mı? Bu durumda da siz kendiniz yanlış yapmış hale gelmez misiniz? Dolayısıyla insanları iyi niyetli kabul etmeliyiz, başkalarının bizi nasıl iyi niyetli kabul etmesini arzu edersek, biz de herkesi öncelikle iyi niyetli saymalıyız.
Zan, ilim ifade etmez
Herkesten, her şeyden şüphelenmek doğru değildir. Her insana ve her olaya, bir polis gözlüğü ile bakmak yanlıştır. Polisler meslekleri gereği öyle bakmalıdırlar. Ama normal sade vatandaşlar çevresine, olaylara düz bakmalı, herkesi namuslu ve şerefli insan olarak görmelidir. Ancak tedbirli olmak, saf ve avanak bir yapı da sergilememek gerekir. Çünkü, insanların iyi niyetini ve hoşgörüsünü sömüren birtakım kötü niyetli kimselerin varlığını da unutmamak gerekir. Fakat, herkesten, her şeyden şüphelenen, vehimli ve vesveli insan olmak da son derece zararlı ve sakıncalıdır. Bu türlü davranışlar, zamanla psikolojik bozukluğa da yol açabilir. Kur'an-ı Kerim Müslümanlar'a "Ey iman edenler fazla zannetmeyin, çünkü bazı zan günahtır..." (Hucurat: 12) buyurur. Her şeyden şüphelenmek ve suizanda bulunmak yanlıştır. Gerçekten bazı şüphelenmeler günahtır. Aile hayatında, eşler arasında, iş hayatında iş arkadaşları hakkında birtakım kötü şüpheler icat etmek, son derece zararlıdır. Sonuçta, büyük sıkıntılara sebep olabilir. Kur'an-ı Kerim, "Püphe-gerçeği ifade etmez.." (Yunus: 36) diyor. Şüphe ile hüküm olmaz. Sizin şüpheli gördüğünüz konunun belki de makul başka bir sebebi vardır.
Herkes masumdur
İslamiyet'te ve hukukta temel ilkelerden bir tanesi, herkesin masum olduğu ilkesidir. Buna "Zimmet asıldır" denir. Yani, normalda bir insan masumdur, suçsuzdur, iyidir, güzeldir. Ancak, suçlu olduğuna dair delil bulunan kimseler suçludur. Elde hiçbir delil olmadan insanlara suçlu gözüyle bakılamaz. İnsanların suçlu olmadıklarına dair belge aranmaz. Çünkü herkes normalde suçsuzdur. Suçluluk için belge aranır. Ama, ne acıdır ki, bağnaz kimseler herkese temelden suçlu gözüyle bakarlar. Olaylara ve sorunlara da aynı biçimde peşin olarak suçlu ve kötü gözüyle yaklaşırlar.
Asıl olan her şeyin helalliği
İnsanları dar görüşlü ve bağnaz olmaktan koruyan bir temel ilke de ibaha ilkesidir. Hayatta normal olarak her şey ve her davranış helaldir, meşrudur. Ancak, haram olduğuna dair hakkında belge bulunanlar haramdır. Dolayısıyla her şeyin helal olduğuna dair belge aranmaz. Çünkü herşey helaldir. Ancak, hakkında haram hükmü bulunan şeyler haram ve yasaktırlar. Hakkında günah olduğuna dair bir hüküm yoksa, bir iş helaldir, mübahtır, serbesttir. O halde, çevremizdeki kişi ve olayları öncelikle günah ve suçlu olarak görmeye hakkımız yoktur. Bunun yerine, öncelikle meşru ve muhterem görmek görevimiz vardır. Buraya kadar açıkladığımız gerçekler gösteriyor ki; İslamiyet'te hoşgörü temel esaslardan biridir. Daha doğrusu kişi ve olaylara iyi niyetle bakmak, kötü zandan sakınmak, her şeyin temelde helal olduğunu bilmek, ancak haram olan şeyleri haram kabul etmek ve her insanı suçsuz ve masum görmek, ancak suçlu olduğuna dair belge olanları suçlu saymak... İşte, bunlara uyduğumuz takdirde, hoşgörülü olmak, iyimser olmak, herkese sevgi ve şefkatle yaklaşmak şart olur. Daha doğrusu öyle davranmak, hoşgörülü olmak zorunda kalırız.
Hristiyan krala cenaze namazı
İslamiyet'teki hoşgörü ve müsamahanın ne derece geniş ve önemli olduğunu göstermek için, Peygamberimiz'in bir cenaze namazından söz edelim. Sevgili peygamberimiz, Hristiyan olan Habeşistan Kralı'nın ölümü üzerine ona gıyabi cenaze namazı kılmışlardır. Olay şöyle gelişmiştir: Mekkeli müşrikler, Müslümanlar'a çok eziyet ediyorlardı. Baskılar dayanılmaz hale gelince, Peygamberimiz bir grup Müslüman'ın Habeşistan'a göç etmelerini izin verdi. Hristiyan olan Habeşistan Kralı Necaşi, Müslümanlar'a gayet iyi davrandı, onları hikayesine aldı, korudu. Sonra ikinci bir grup Müslüman daha hicret etti Habeşistan'a... Mekkeli müşrikler geldiler, sığınmacı Müslümanlar'ı, kraldan geri istediler. Fakat kral Müslümanları teslim etmedi, korumaya devam etti. Tabii aradan yıllar geçti, Müslümanlar galip geldi. Müşrikler yenildi. Habeşistan'daki sığınmacılar geri döndüler. Ve bir gün Haşbeşistan Kralı'nın ölüm haberi geldi. Bunu duyan Peygamberimiz, sahabelerini topladı, ölen ve Hristiyan olan Habeşistan Kralı Necaşi'ye gıyabi enaze namazı kıldırdılar ve ona dua ettiler. (Buhari: 4/325) Böylece Peygamberimiz, hem İslamiyet'in hoşgörüsünü, müsamahasını fiilen gösterdiler, hem de Müslümanlar'a iyilik yapan Hristiyan Habeşistan Kralı'na karşı vefakarlık ifa ettiler. Biz Müslümanların bu olaydan alacağı büyük dersler vardır. İslam adına herkesi suçlayanlar, İslamiyet'i kendi dar görüşleri doğrultusunda yorumlayan kimseler, sevgili Peygamberimiz Muhammed'in, Hristiyan olanHabeşiştan Kralı Necaşi'ye gıyabi cenaze namazı kıldığını düşünmelidirler.