Siyah-beyaz bir filmin özlenen karelerinde, bu ülkenin en namuslu gerçekleri yatıyor. Politikacılar bile daha namuslu o günlerde. Nur yağıyor insanların yüzüne. Radyolar çiçek açıyor, program aralarında. Sinemanın figüranları bile, bugünün başrol oyuncularından bin kere daha onurlu. İnsanlar namuslu eylemlere itekleniyor, çalmaya çırpmaya değil. Şimdi televizyonlarda, kefeninden sıyrılmış ölülerin dansını izliyoruz. Şarkı söylüyor balıketli kadınlar, kavga ediyor eli silahlı berbat adamlar. Ekmek arası ihanet sunuyorlar çocuklarımıza. Herkes gerekeni yapıyor, toplumu kirletmek adına. Ne çok çikolata, bisküvi ve cola reklamı var ekranlarımızda? Hayatın politik patronları, işlerini yoluna koyuyor. Yoksul evlerdeki işçiler, ekmek ve makarna resimleriyle doyuruyor çocuklarını. Hepsi hayata küskün, ölüme dönük. Onlar bu acımasız düzenin yanan kulları. Annelerine soruyor çocuklar, "Ömrümüz bu kadar ucuz mu anne?" İmam hatip meselesiyle haşır neşir olanlar için, ne ömrün ucuzluğu önemli, ne ağlayan çocuklar. Bir filmin özlenen karelerinde, bu ülkenin yürekli geçmişi yatıyor. Delikanlı olmanın yükünü taşıyor gençler. Bakla falına bakıyor kadınlar. Bir insan ölse, bütün ülke ayağa kalkıyor. Sadece menekşeler hercai. El kitabı gibi gazeteler, bacak arasından yazan kadınlara köşeler açmıyor. Şimdi ruhunu vizitiye bağlamış yazarlar için, her şey çok kolay. İki tıktık, bir şıkşık! Gazeteler başarılı suikastler hazırlıyor çocuklarımıza. Televizyonlarda kareler donuyor, ucuz bir mankenin göğüs hizasında. Kıyılarımızı aldılar elimizden, hayata bağlılığımızı. Geleneklerimizi çaldılar, ülkeye sadakatimizi. Şimdi irticanın karanlık krallarıyla, harabeye dönüşümüzün filmini çekiyorlar. Çileyi bizler çekiyoruz. O yüzdendir ki, dünler itibarını istiyor bugünlerden. Bugünler ihanete el sallıyor. Ve o yüzdendir ki, siyah-beyaz filmlerin özlenen karelerinde, donup kalıyor gözlerimiz. O tertemiz Türkiye'yi, anılarda olsun yaşatmak için...