İlk gençliğimde benim ve birkaç arkadaşımın ağızlarımızda düşüremediğimiz 3 sözcüktü.. Halikarnas, yani "BodrumBalıkçısı"nın roman ettiği o 3 kelime: "Aganta,Burina,Burinata" Balıkçı'nın aynı adı taşıyan kitabını okuduktan sonra ezber ettik o 3 sözcüğü.. Yelkovan kuşlarının peşi sıra, bütün kaygılardan azade bir aşkın, bir sevginin, bir güzellemenin, yüreklerimizi pır pır ettiren hoşlukların tadına vardığımızda, içimiz yelken açıp rüzgarlara durduğunda, o sözcükleri terennüm ederdik coşkuyla: "Aganta,Burina,Burinata" Benim çocukluk yıllarımı, gençliğimi hala ve hala dolu dizgin anımsamalara çalışmalarım hiç boşuna değildir.. Artık düş olan o "Aganta,Burina,Burinata" zamanlar.. Gitgidebildiğinyere.. Dünkü gün, Bodrum'dan üçbeş kelam ettim.. Ama gel gör ki, bu yaz boyunca her zamankince sadece Bodrum vardı gazetelerde, televizyonlarda.. Ama Halikarnas Balıkçısı'ndan, Cevat Şakir'den iki laf bile edilmeden.. O ki: "Obaşkainsan,hemogünleredeğinyazınımızdahiçgörülmemişdenizi,denizinsanlarınıbenzersizbirşiirsellikleanlatacakbiröykücü,romancı,hemdesonrakiyıllarda'MaviHümanizma'diyenitelenecekbirhareketibaşlatanbirkültüradamıolacaktır.OnunAnadoluUygarlığı'nailişkingörüşlerivesonrakiyıllardaturistiknitelikkazanacakolan'MaviYolculuk'gezileridolayısıylaBodrum,uluslararasıbirünekavuşmuştur." Giritli hemşehrimin baştan aşağıya bir roman olan yaşam öyküsü, yandaki kutuda.. Ama gelin ben size "Aganta,Burina,Burinata"dan bir bölüm aktarayım.. Ve de yelken açıp gidin gidebildiğiniz yerlere.. İçinizdeki sevinçleri çığlıklandırın.. Haydi bre reis, Aganta, Burina, Burinata..
Aganta,Burina,Burinata 'Bana verilen denizci dersleri dolayısıyla laf sırası bulamayan Kasım Efendi, ustamın bana boyuna denizden bahsettiğini, gidip babama fitlemiş. Bir akşam eve dönünce, babamın bir karış surat astığını gördüm. Yutkundu, "Senimektebevereceğim" dedi. Dünya gözüme zindan kesildi. Üçdört gün sonra, topal hocanın mahalle mektebine gidecektim. Dükkana gittim, son gündü. Ustam selam verdikten sonra, "Mektebegiderkenarasıradükkanauğra" dedi. O gün de her gün gibi akşam oldu. Kasım Efendi ile Nüsret Ağa ayrıldılar. Ustamla yalnız kaldık. Ustam bana vermekte olduğu son dersin tamamen tadına varabilmek için, beni, biraz ötemizde sokak köşesindeki Muğlalı aşçı Yaşar'a, bir şişe rakı ve mezelik izmarit balığı almak üzere gönderdi. Aşçı Yaşar; "Bizimleberaberdünyanınböylesindeyaşıyorlar,yazıkzavallıcıklara" diyerek, iriliufaklı, kör-topal elli-altmış kadar kedi ve köpek beslediği için, dükkana güç bela girdim. Dükkanının bana göre asıl cazibesi, kurutulup yaldızlanmış ve tavana asılmış, açık kanatlı bir kırlangıç balığı idi. Yaşar kısa ve şişmandı, yağlı yüzü pırıl pırıl yanardı. Soluk benizli çocuğu, zerzevatı soyar, ateş yakmak, pişirmek ve bulaşık yıkamakta babasına yardım ederdi. İşte o çocuk -Yani Hamdi- bana izmaritlerin en kocamanlarını seçti. Rakıyı ve bir gazete parçasının üzerinde de izmaritleri dükkana getirdim. Ustam, şişenin kıçına avucuyla vurup tapayı attırdı. Karşı karşıya oturduk. Kadehi doldurdu. İçti. Sonra "Bakşimdi,sankigeçmişlegelecekkarşıkarşıyaoturuyoruz" dedi. Başı bir müddet önüne düştü. Sonra kaldırıp "Serenaltımakaralarınasıldonatılır?" diye sordu. Ben, "Çımalarıfiladur,kasalıteksapandan,ikimakarahamailininikitarafınakonulur.Serenüzerindenfiladurabağıilebağlanır" diye bir solukta cevap verdim. Halil Usta, "Şaaak" diye avcunu dizine vurdu. "Açağzını,yumgözünü" dedi.Mezeliğinden bir kızarmış izmarit verdi. Fakat bütün gayretine rağmen neşelenemiyordu. Bir yorgunluğu, argınlığı vardı. Birkaç kadeh daha içti. Sonra bana "Meselagemiorsaalabandaedecek,negibiemirlerverilirveoemirlerverilinceneleryapılır?Sırasıylasöylebakalım" dedi. O manevranın bir kayıkta yapıldığını görmek sevincinden; ben de, ustam da mahrumduk. Fakat onu sözle haykıra haykıra anlatmanın sevinci vardı ya. Dudaklarımı ıslattım ve hemen anlatmaya başladım. "Alestaaatiramola" deyince hepimiz, aynı denizciler -"Hepimiz" deyince onların arasına kendimi de kattığım için göğsüm gururla kabardı-, yerlerimize koşar ve hazır ol vaziyetinde alesta dururuz. "Laçkaskutaorsaalabanda" denilince flok skutalarını ve trinket skutalarını koyuveririz. Dümenci de dümeni orsa alabandaya basar. Maestra yelkeninin rüzgarı boşalır. Yelken gök gürültüsü gibi gürleyerek yapraklanır. Kaptan "Molakontra,issapunya" emrini verir. Punyaları basar, papfingo burinalarını mola eder, maestra prassiyasını alesta ederiz. O zaman rüzgarn geminin başından gelmeye başlar. Ben bunları sırasıyle söylerken, ustamın yorgunluğu gideriliyor, gözleri vahşi bir tasdik ateşiyle yanmağa başlıyordu. "Molaburinagranditiramolamaestra!" diye bağrılınca ve biz de söylenenleri yapınca, geminin başı rüzgardan açılmaya başlar. İşte o zaman burinaları, mola trinket yelkenini tumba ederiz. Bazılarımız, prova serenlerini prassiya tokaya alır. Dümenci dümen yekesini onkaşa getirir. "Agantaskutaflok" denilince flok skutalarını çeker, kasarız. Artık bütün yelkenler rüzgarla dolmuştur. İşte o zaman, son emir, yani "Agantaburinaburinata!" kumandası verilir. Kayık şarıl şarıl rüzgarın gözüne işler. Ben bunu söyleyince, elinde kadeh beklemekte olan Halil Usta, kadehi parlattı. Bana, "Sonolarakverilenkumandayıbağırabağıratekraret!" dedi. Ben de ciğerlerimi doldurarak olanca sesimle "Agantaburinaburinata!" diye haykırdım. O zaman, pek eski bir denizcilik aleminden hız alan ustam, sanki, beni şanlı bir deniz istikbaline fırlatmak istiyormuş gibi, dağları temellerinden sarsan bir dinamit infilakı şiddetiyle "Agantaburinaburinata!" diye gürledi. Papuççular ve eskiciler sanki birbirine "Amanarkadaşlardurupdinlenmeyelim,çünküaçlık,dağbaşındatenhayolcuyukovalıyanbirkurtgibipeşimizedüşmüşbulunuyor.İştebundandolayı,bizdekoşarcasınahabireçalışalımki,açlıkensemizdeyetişipbizihelakedemesin" diyerek, birbirini çabuk olmaya kışkırtıyorlarmış gibi, işlerinin üzerine abanmış acele acele, takır tukur çekiç sallarken, "Agantaburinaburinata!" diye kainata meydan okuyan nidamızı duyunca, işlerinin üzerinden doğruldular. Birdenbire çekiç takırtıları sustu. Hatta halis mulis bir kara adamı olan aşçı Yaşar bile, sesini kapıp koyuverdi ve eskicilerle beraber "Aganta!" diye narayı bastı. Neşenin seslerimize, seslerimizin neşeye verdiği sonsuz hürriyete, muhayyilem hız aldı. Eski püskü karanlık dükkan "Yallah!" diye sanki yerinden kopup havalandı; bulutlar arasında dolu yelken orsaya fırlayan koca bir kalyon oldu da yelkenlerin gölgesi Yüksek ıssızlıklardaki uçan kartal kanadının gölgesi gibi, buluttan buluta aştı. "Aganta!" emri de -Tıpkı böylece- dükkandan dükkana, insandan insana tekrarlandı. Bilmiyorduk neden; hepimiz bir kurtuluş hazzı ve hızzı duyduk. Şaka değil, "Agantaburinaburinata!" nidası gönülden kopuyordu.'
***
Halikarnas Balıkçısı..
1886 yılında Girit'te doğan ve asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Halikarnas Balıkçısı, Abdülhamid dönemi devlet adamlarından Şakir Paşa'nın oğludur. Çocukluğunun bir bölümünü babasının büyükelçi olarak bulunduğu Atina'da geçirmiştir. İstanbul'da Büyükada Mahalle Mektebi ile Robert Kolej'de okumuş (1904), daha sonra İngiltere'ye giderek Oxford Üniversitesi'nde "Yeni Çağlar Tarihi" üzerine eğitim almıştır (1904). Yurda döndükten sonra, çeşitli dergilerde yazılar yayımlamaya, çeviriler yapmaya başlamıştır. Bu arada Diken, İnci, Resimli Hafta, Resimli Ay, Resimli Gazete gibi dergilere resim, karikatür ve yeni bir tarzla "tezhip"ler de yapmış ve öyküler yazmıştır. Cevat Şakir'in Resimli Hafta'da yayımlanan "Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" başlıklı yazısı (1925) "asker kaçaklarının yargılanmadan kurşuna dizildiklerini" öne sürdüğü gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi'nce sakıncalı görülmüş ve 3 yıl Bodrum'da "kalebentlik" cezasına mahkum edilmiştir (1925). Cezasının bitiminden sonra Bodrum'da kalan Halikarnas Balıkçısı, 1947 yılında İzmir'e yerleşmiş ve burada gazetecilik ile turist rehberliği yapmıştır. Kendisine 1971 yılında Kültür Bakanlığı'nca Devlet Kültür Armağanı verilen Cevat Şakir Kabaağaçlı, 1973 yılında İzmir'de hayatını kaybetmiş, vasiyeti üzerine Bodrum'da bir tepeye gömülmüştür.