Tam bir sanatsever olan annesini Anneler Günü'nde gözleri dolu dolu anlatan Hülya Koçyiğit, 'Onu kaybettiğime hâlâ inanamıyorum. O benim kıymetlim' diyor. Kendisi de bir anne olan ünlü sanatçı, bu özel günü annesinin kabrini ziyaret ettikten sonra kızı ve torunlarıyla birlikte geçiriyor.
Türk Sineması'nın dört yapraklı yoncasından biri olan Hülya Koçyiğit'le Anneler Günü'nü konuştuk.
Bu yıl annesinden ayrı 2. Anneler Günü'nü geçiren Hülya Koçyiğit, annesinin yağlı boya tablosuna baktığında her an onu görüyor. "Annemi kaybettiğime inanmış değilim. Sanki hâlâ evde. Ben istediğim zaman gidip onu görebilecekmişim gibi bir duygu var. Muhteşem bir annem vardı" diyen usta sanatçı ile Anneler Günü'ne özel bir söyleşi gerçekleştirdik...
* Annenizden ayrı ikinci anneler gününüz. Neler hissediyorsunuz şu an? Annemin acısı hâlâ içimde. Kız kardeşlerim de annemi kaybettikten sonra İstanbul'u terk ettiler. Alışmak çok zor. Bunca yıl beraber yaşamışlık var. Benim hayatımda annemin yeri çok ayrı. Evliliğim onu çok şaşırtmıştı. 'Çok küçüksün, çok gençsin, şu anda Türkiye'nin en popüler kişisisin, daha yapacağın çok şeyler var. Evlilik sanatçının hayatında çok zor' diyerek uyarmıştı beni. Ama Selim'in anne ve babasını gördükten sonra, birbirlerine olan saygı ve sevgisini gördükten sonra, 'Onların yetiştirdiği evlat onlardan bir şeyler almıştır, şimdi içim rahat' diyerek evliliğimizi kabul etmişti. Bundan sonra da çocuğumu yetiştirirken bana yardımcı oldu. Fakat birden felç geçirdi. 40'lı yaşlarındaydı ve ondan sonra konuşamadı. Yatalak kaldı. 25 sene biz onun hasta halini gördük.
'İHMALKAR DAVRANDI' * Bütün vücudunda mıydı? Tamamen sağ tarafındaydı ve konuşamıyordu.
* Neden kaynaklanmış? Kalp kapakçığı daralmış ve kalp kapakçığının olduğu yere kan pıhtısı birikmiş. Bence ihmalden annem öyle oldu. Hep 'Ben kiloluyum, kilo yüzünden yoruluyorum, nefes alıp, tıkanıyorum' diye düşünüp doktora gitmedi. Tamamen ihmal ve bir anda felç oldu.
'BABAMI KIRMADIM' * Suçluluk duydunuz mu peki? Aslında doktora gitmedi değil, gitti de, doktorları da pek dinlemedi. Doktorlar direkt olarak 'ameliyat' dedi, 'ameliyat' denince çok korktu. "Ben ameliyat masasında kalırım" dedi. "Anne, etme eyleme" derken de aradan seneler geçti.
* Aslen nerelisiniz? Anneannem Müjgan Ersancar; Giresun'un köylerinden. Asıl adı Zerbap, eşi Müjgan diye çağırmış onu. O ismi ona yakıştırmış, biz de Müjgan diye kabul ettik. Babası Kavalalı. Kavala bugün Yunanistan sınırları içinde. Babam (Sedat Koçyiğit) Sofya doğumlu, Sofya da o zamanlar Osmanlı sınırları içinde. İlk sanatçı olacağım zaman demişlerdi ki, 'Koçyiğit' hiç yıldız ismine benzemiyor! 'Peki' dedim, 'Başka bir şey koyalım'. O zaman babam "Senin yerinde olsam değiştirmem. Böyle tanısınlar ben de gurur duyarım" dedi ve ben de babamı dinledim.
'RUHU SANATÇIYDI' * Annenizi nasıl tanımlarsınız? Annem öğretmen okulunda okuyordu ama ruhu, yaradılışı sanatçı. Çok güzel sesi vardı. Alaturkayı çok severdi. Müzik, tiyatro onun için her şey demekti. Kuzguncuk'ta otururduk, sürekli olarak konserlere giderdik, beni ve kardeşlerimi tiyatroya götürürdü. Radyodan müzik dinleyip ilk kendi kendime dans etmeye, bale yapmaya başladığım zaman annem; "Acaba benim ruhum Hülya'da olabilir mi, sanatçı olabilir mi?" diye beni seyredermiş. Annem erken evlenip 3 çocuk sahibi olunca kendisi sanatçı olamadığı için, benim sanatçı ruhumu fark edip beni yetiştirmeye kendini adamış.
* Balerin mi olmanızı istiyormuş? O tiyatro sanatçısı olmamı istiyormuş. Ama ben dans edip, kulağımla sesi tutabildiğim için, benim yeteneğim olduğunu fark etmiş.
* Babanız karşı çıktı mı? Hayır çıkmadı, "Madem bu işi yapacaksın, o zaman bir numara, en iyisi olmalısın, bunun için çalışmalısın, var mı çalıştıracak birisi?" dedi. Ben de "Yok" dedim. Özellikle "Susuz Yaz"da oynamak istedim.
* Anneler Günü'nde çocuğunuz ya da torunlarınızın unuttuğu oluyor mu? Hiçbir zaman unutmazlar. Ben de hiç bir zaman annemi unutmadım.
* O gün nasıl geçiyor? Ben bugün annemi şu anda yattığı yerde ziyaret edeceğim. Bu rutin değişmiyor. Gidip konuşuyorsun, dertleşiyorsun. Sanki o da sana cevap veriyormuş gibi. Çocuklarım bana geliyorlar. Yurt dışındalarsa mutlaka kart atıyorlar ya da telefon açıyorlar, e-mail gönderiyorlar. Buradalarsa çiçek alıp ziyaretime geliyorlar. 'Beni ziyaret etmeye mi geldiniz yoksa benim günümü kutlamaya mı geldiniz?' diyorum. Güzel geçiyor.
* Kaç kardeşsiniz? Üç kardeşiz. Ben, Feryal ve Nilüfer. Feryal ortanca olanımız. Biraz sinema yaptı...
* Annenizle ilgili bizimle paylaşmak istediğiniz özel bir anınız var mı? Annemin ilk çocuğu olduğum için bana çok düşkündü. Ve ben onun için hem Hülya'sı olmuşum, hem rüyası olmuşum, hayali olmuşum, bütün dünyasını benim üzerime kurmuş. Sanata yatkın bir ruhum olduğunu fark ettikten sonra Ankara Devlet Konservatuarı Bale Bölümü imtihanlarına girmemi sağladı. İmtihanda da başarılı oldum. Öğretmenler 9 öğrenci seçmişler ve bu 9 öğrencinin 4'ü yatılı hakkını kazanmışlar. Bunlardan biri de ben. Kendisi beni Ankara'ya götürdü, trenden iner inmez eşyalarımızı otele bıraktık ve üstümüzü dahi değiştirmeden bir buket çiçek yaptırıp Anıtkabir'e gittik. Ankara'da benim ilk bildiğim yer Antıkabir. Atatürk'ün mozalesine çiçeği bıraktık ve onun için dua ettik ve onun önünde söz verdik. 12 Aralık doğum günümdü. Annem bir geldi çikolatalar, özel pastalar. O günü hiç unutamam.
* Tabloya bakınca köylü bir kadını andırıyor. O yağlıboya tablo fotoğraf aslında. O fotoğraf kız kardeşim Nilüfer Koçyiğit'in Yılmaz Güney'le yaptığı "Kızılırmak Karakoyun" isimli filmin setinde çekilmiş. Yönetmeni Lütfü Akad. Film tabii bir köyde çekiliyor. Gün ışığından yararlanmak için sabah çok erken saatte 5.5-6 gibi gidiyorlar. Yanında da kardeşim. O da küçük, daha henüz 14 yaşında. Her sabah 40 tane örgü örülüyor saçına film icabı. Ve o kadar soğuk ki, annemle yayladalar. Sabahın erken saatlerinde set kurulmuş, orada çekim yapılıyor. O da uzaktan onları seyrediyor. Ama bir yandan da soğuk, üşüdüğü için kollarını bağlayıp omuzlarını çekmiş. Tamamen doğal bi anı. Evimin en güzel köşesinde yer alıyor.