Atatürk Dolmabahçe Sarayı'nda beni görür görmez berbere gönderip saçlarımı kestirtti.
Balonun açılış dansını Atatürk yapacaktı. Bana dönerek; 'Buyurun dans edelim,' dedi.
Müzeyyen Senar'la Bodrum'dakiyazlığında çok uzun görüşmeleryaptım. Bazı konuşmalarımızıhem TAKVİM'e hem de televizyonprogramıma yansıttım anımsarsanız. Ancak esas beklediğim gün işte bugündü. 10 Kasım olacak veAtatürk'ün huzurunda şarkılarsöylemiş, onun beğenisini kazanmış divamız Müzeyyen Hanım'ınAta'mızla ilgili anılarını yazacaktım. Müzeyyen Abla'nın sağlık durumu her şeyi, her an net hatırlamasına mani olur gibi. Kaldı kiüzerinden çok yıllar geçen anılarbunlar. Bazen konuşmalarımızabazen de hayatını anlatan kitabındeğerli yazarı Raci Dikici'nin soruları ve yanıtlarına müracaat ediphazırladım bu yazıyı. Siz, siz olunönce bunu, sonra da ilk fırsattaRaci Bey'in o muhteşem kitabınıalıp okuyun olmaz mı? (Cumhuriyet'in Divası: MüzeyyenSenar/ Raci Dikici Remzi Yayınları)
*Kendimi çok mutlu hissettim. Gözümün önünde Ulu Önder, ben ve şarkılar vardı
*Atatürk, "Bu ne güzel ses. Hadi bakalım durma, devam bakalım" dedi
- Müzeyyen abla nasıl oldu Atatürk'le ilk görüşmeniz? - Maestrom Nubar Tekyay Bey, bir gün evimize geldi. Yanılmıyorsam 1936 yılı Aralık ayıydı. Çok heyecanlıydı. "Hadi kızım, çabuk hazırlan saraya gidiyoruz" dedi. Şaşırdım. İçimden "Ne saray, ne işimiz var saraylarda?" diye geçirdim. Yine de olabildiğince düzgün giyinip hazırlandım. Eşim Ali Bey'i de alarak kapıdaki büyük otomobile bindik ve Dolmabahçe Sarayı'na yola koyulduk.
- Sonrası? - Doğrusu o sıralar, o kadar tanınmış bir sanatçı olduğumu tahmin etmezdim. Bir taraftan da o yüce insanı göreceğim için seviniyor ve açıkçası korkuyordum da. Saraya vardığımızda bir yaver bizi aldı ve büyük salona götürdü. Uzun bir masanın etrafında devrin bütün tanınmış kişileri yer almıştı. Ortada Atatürk vardı. Eli çenesinde anlatılanları dinliyor ve tebessüm ediyordu. Ben yaklaştıkça dikkatini onlardan ayırdı ve göz ucuyla beni takip etmeye başladı. Yaverle tam karşısına geldiğimde yaver, "Müzeyyen Senar Hanım huzurlarınızda" dedi. "Beyefendi de kocası" diye ekledi. Atatürk "Öyle mi? Pek güzel. Gel bakalım hanım kızım. Otur şöyle yanıma" dedi. Sağ tarafına bir sandalye çektiler. Çekine çekine sandalyenin ucuna iliştim. Heyecanımı anlamış olacak ki, "Otur bakalım. Çekinme. Eğer böyle yaparsan o güzel sesini nasıl dinleriz" diye ekledi.
- Kalbin gümbürdüyor herhalde? - Hem de nasıl. Yüzüme dönüp baktığında "Aaa! Bu saçlarının hali ne?" deyip yavere işaret etti. Kulağına fısıldadı. Yaver "Lütfen beni takip ediniz Müzeyyen Hanım" dedi. Salondan çıkıp siyah mermerlerle kaplı büyük bir banyoya geldim. Birden korkuya kapıldım. Yaver, "Merak etmeyin efendim, berberimiz sadece sizin saçınızı ve eşinizin bıyığını kesecek" dedi. Sonradan öğrendiğime göre, Atatürk benim enseme topladığım saçlarımı beğenmemişti ve modern bir görünüm almam için saçlarımı kestirmek istemişti. Nitekim berber saçlarımı alagarson kesti. Birden görünümüm değişmişti. Ali de bıyıklarını kaybetti. Biraz sonra huzura gittiğimizde "İşte şimdi mükemmel oldu. Ver bakalım şu koltuğunun altındaki defteri. Herhalde şarkı defteridir değil mi?" diye sordu. Defteri kendilerine uzattım. Bu konuşmaları masada bize yakın olanlar aynen duyuyorlardı. Salih Bozok'la, Kılıç Ali benim yanıbaşımdaydılar.
- Hepsi birer efsane isim... - Muhteşem insanlardı hepsi de. Atatürk masanın üzerine koyduğu repertuvarımın yazılı olduğu defterin sayfalarını tek tek açıp inceledi. Rakısını yudumlarken tabaktaki leblebileri de meze yapıyordu. Öyle bir keyifli içmesi vardı ki, imrenirdiniz. Sonra bana döndü, "Kızım sen bunların hepsini biliyor musun? Şimdi senden bir şarkı istesem söyleyebilecek misin?" dedi. Boynumu büküp "Emredersiniz efendim" dedim. Açtığı sayfalardan birini bana uzatıp "Haydi bakayım, şunu bir oku da dinleyelim" dedi.
ARKAM SAĞLAM - İmtihana girmiş gibi tam da. - İmtihanların en büyüğü hem de. Saz ileride, kapıya yakın bir yerde hazır bekliyordu. Tatyos Efendi'nin hicazkâr şarkısını seçmişti: Mâni oluyor halimi tâkrire hicâbım / Üzme yetişir üzme firâkınla harabım.
- Kimler çalışıyor, hangi üstatlar var ekipte? - Necati Tokyay, Şükrü Tunar, Nubar Tekyay, Selahattin Pınar, Kemal Niyazi Seyhun, Yorgo ve Aleko Bacanos. İşin pirleri, devleri yani.
- Onlar, büyük kuvvet arkanızda ama? - Olmaz mı? Ama benden bir hayli uzakta oturuyorlar. Saz heyetine makam ulaşınca kısa bir giriş taksiminden sonra ben eseri icra etmeye başladım. Zaten Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde öğrendiğim ilk şarkılardan biri idi. Birden kendimi çok mutlu hissettim. Gözümün önünde sadece Ulu Önder, ben ve şarkılar vardı. Şarkıyı okurken önce mırıldanan Atatürk, 'Üzme yetişir üzme firâkınla harabım'ı söylerken yüksek sesle bana refakat etmeye başlamıştı. Hicazkârla girmiştik ben de hicazkâr devam ettim. Hemen peşine Lavtaci Ovrik'in 'Mestim bu gece sen de bana mest olarak gel' şarkısına girdik. Üçüncü şarkıyı bitirdiğimde Atatürk elini kaldırınca sustuk. "Ne hata yaptım?" diye düşünürken, Atatürk herkesin duyabileceği bir sesle "Bu ne güzel ses. Hadi bakalım durma, devam bakalım,' dedi. Emre uyduk, devam ettik. Masa büyük keyif içindeydi. Herkes coşmuştu. Tahminime göre icra şeklimin farklılığı dikkat çekmişti. Bu nedenle Atatürk de başka müdahalede bulunmadı.
RUMELİ TÜRKÜLERİ OKU - Arada konuşmalar olmadı mı hiç? - Ben hicaza geçmek için durduğumda bana döndü, tekrar "Çok güzel, çok güzel, hadi devam edelim" dedi. Bütün korku ve heyecanım geçmişti. Zaten Nubar Tekyay keman taksimi ile hicaza geçişi yapıyordu. Çok şarkı okudum. Vakit geçti. Bana "Hadi bakalım, şimdi Rumeli türküsü" dedi. Ben de başladım. 'Estergon kal'ası bre dilber aman subaşı durak', 'Alişimin kaşları kara', 'Gide gide yârelerim delindi', 'Köşküm var deryaya karşı' ile devam ettim. Beyaz leblebisi, rakısı ve keyifle tüttürdüğü ucu yaldızlı sigarasıyla bana refakat ediyordu.
- Sabahı ettiniz mi yoksa? - O coşuyor, biz coşuyorduk. Sabahın ilk ışıkları görününce sofradan kalktı. Böylece o gece sona ermişti. Benim için endişe ile başlayan gece büyük bir keyif ve coşku ile sona erdi. Ancak, gece Ali için tam eziyet olmuştu. Eve dönerken somurtup durdu ve bir tek kelime etmedi. Atatürk'le tanışmanın onu fazla etkilememiş olmasına şaşırmıştım. Hatta bir yaverin ayrılırken uzattığı zarftan çıkan 700 lira bile. Eve döndüğümde üzerime yürüyerek dövmeye yeltendi. Zaten çok yorgundum. Anlaşılan bir derse ihtiyacı vardı. Araya giren annemi itince elime geçen her şeyi ona fırlatmaya başladım. Vazoyla kafasına vurmak için koştuğumda kaçarak yatak odasına saklandı. Aksilik tam o sırada bebek olan oğlum Ergun, uyanıp ağlamaya başladı. Hemen kızgınlığım geçti ve evladımı kucağıma aldım. Artık çok yeni evli olmamıza rağmen bir şeyler kopmaya başlamıştı.
RACİ DİKİCİ NOTLARI Aradan günler geçer. Müzeyyen Senar radyodan dönmüş ve ev işlerine dalmıştır. Ergun'u doyurup yatıracaktır. Tam o sırada kapı çalınır. Bu defa gelen yine Selahattin Pınar'dır. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Hayrola Selahattin Bey, hayırlı bir haberin mi var? - Hazırlan, Bursa'ya Atatürk'e gidiyoruz.
- Atatürk Bursa'da mı? - Evet birkaç günlüğüne gitmişler. Seni de emretmişler. Çelik Palas'ta bekliyorlar. Hep beraber gideceğiz.