Gerçeklere gözünü açmış nefer gibiydi. Onca karamsar düşünceme karşılık, ülke sorunlarına yeşil ışık yaktı. Kendine yakışan cevaplarla ilikledi sorularımı. Onun için yaşamak, insan sevgisine adaktı zaten....
Orhan Gencebay gibilerine "eski tüfek" denirdi de, duvardaki 30 yıl önceki resmiyle, yeni hali arasında pek fark yoktu. Benim saçlarımdaki ve sakallarımdaki beyazların biraz acele ettiğini düşündüm. "Herhalde" dedim, "Orhan Baba yaşamak için kullandı hayatı, yaşlanmak için değil." Onun için yaşamak, kardeşliğe ve sevgiye adaktı zaten. Benim de kafama takılan şu Popstar üyeliğinden girdik söze, gerçek şu ki beni şaşırtan bir katılımdı Orhan Gencebay'ı o jüride görmek... "Halkımıza mesajlarımızı verebilmek adına Popstar araç oldu" dedi. Bunun delillerini de önüme koydu. "Bu yaz tatilde 10 bin kişiye yakın insanla fotoğraf çektirdim." Hatıra fotoğrafı çektirenlerin çoğu, Popstar izleyicisi. İçe dönük yaşayan Orhan Gencebay'ın, 10 bin kişiyle resim çektirme alanını merak ettim. Bodrum Türkbükü... "Oooo" dedim, "Siz de sosyetik oldunuz ha!" "Yoo" dedi, "Bizimki ailece bir tatildi." Ekranlarda şarkıcı yarışmalarından ziyade, bir jüri endüstrisi oluştuğunu düşünüyorum. Bu düşüncemi de Orhan Gencebay'a ilettim. Ve bu jüri endüstrisinde topluma verildiği iddia edilen mesajların yanında, gösterilmesi gereken tepkileri hatırlattım. Bülent Ersoy'un ekrandaki oruç açma biçimini mesela... Hatırladı. "O gece iftar vaktini 2 saat falan geçmişti. Bülent Hanım o saate kadar orucunu açmadığını söyledi. Ve böyle bir şey yaptı. Kendi inancına, kendi davranış biçimine göre onu sergiledi. Bu onun özeli, karışamam." Bu sözlerinin arkasını sıvazlamadım. Aksine, Popstar Alaturka'nın eğlenceli yanını önüme koyduğunda, "Televizyonların bir tarafının toplumu eğlendirdiğini düşünelim, diğer tarafının toplumu uyuttuğunu düşünmüyor musunuz?" diye sordum. Cümlelerimiz birbirine bağlandı. "Düşünüyorum" dedi ve hatta gerçeğin temeline uzandı. "İsmi lazım değil, bir kanalın genel müdürü, yıllar öncesinde, 'Ben halk ne istiyorsa onu yaparım, benim bilgiyle ahlakla işim yok' demişti. Televizyon kanallarında bu düşüncede olan müdürler, toplumu nasıl yönlendirebilir ki." Nasıl yönlendirdikleri ortadaydı zaten. Ülke değerlerinin erozyona uğraması onu üzüyordu. Ülkenin üzerine oynanan oyunlardan da haberdardı. "Bunların ülkeye yansıması ciddi boyutta ağır olacaktır ama biz bu badireleri atlatacağız" dedi. Ben bu konuda asla umutlu olmadığımı söylemeliyim. Siyah bir güneşin afişleri asılıyordu ülkenin duvarlarına. Son zamanlarda içimde kök salan düşüncelerden bir demet sundum kendisine. "Bu ülkede demokrasi kesintiye uğrar mı?" "Uğrayabilir" dedi, ülkenin gerçeklerini iyi bildiği için kuşkusuz. "Demokrasi sistemlerin en güzelidir ama bunu yanlış algılayan da var, silah olarak kullanan da. O yüzden demokrasi belli zaman içinde kesintiye uğrayabilir. Bu nasıl olur, bunun yorumunu yapmak şu zamanda pek doğru değil." Şifresinin çözümünü başkalarına bırakan bir açıklama olarak kabul ettim bunları. Kazılacak kuyuları bitmeyen bir ülkenin fonunda su sesi vardı, para sesi, silah sesi... Çocuklarımızın ömrüne barikat kuran gerçekleri boşlamadı, cümlesinin peşini bırakmazken. "Büyük Ortadoğu Projesi'nin asıl kaynağı sudur. Arkasından petrol, İsrail ve Amerika'nın bozulan ekonomisi gelir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, etnik kökene sahip olsa da 'Türk vatandaşıyım' diyen herkes bu ülkenin sahibidir. Bunların dışında kalan bazı kişileri kullanmak isteyebilirler ve kullanıyor da zaten. Ama bunlar netice vermeyecek." Mektubu okundukça, sözlerinin değeri daha iyi anlaşılacak olan bilge bir tavrı vardı Orhan Gencebay'ın... Suçlama istasyonlarının adresini değiştirmek istedim, toplumu bozanların çürümüş köklerini işaret ederken. "Bu ülke biraz da ünlülerin ağına düşüyor galiba!" Düşünceme toka etti düşüncesiyle. "Ünlülerin birbirine çamur atarak rant yapması, varlık göstermeye çalışması olağanüstü yanlış, çok çirkin bir şey" diye karşılık verdi. İnançların bile sömürüldüğü gösterileri tartıştık. Özellikle de ekranlarda. Yine koluma girdi. "Televizyonlarda bazı programların kaldırılması gerekir" dedi. "Hele bazıları var ki, tahammül edemiyorum." Geçmiş zamanlara uzandık. Gönül kırmanın bu denli kolay olmadığı yıllara... Deniz gibi ağlayan, dağlar gibi haykıran bir toplumun olduğu yıllarda, 1970'li yılların hayatın fon müziğini Orhan Gencebay şarkılarından seçenler de denizler dağlar gibiydi. Orhan Gencebay plağı çıktığı zaman, Unkapanı'ndan Saraçhane'ye kadar kuyruk olurdu. O dönemin sanat alemi de başkaydı. Şimdiki çamur karasında kendilerini aklayanlara laf attı sanki. "Bize laf söylendi diye laf taşıyana asla koz vermezdik. Söylenentilere de karşılık vermezdik.. Kimse başkasını lekelemek için varlık göstermezdi. Çünkü kötü söz sahibine aitti." Haftanın her gününün magazin, her gecesinin futbol olduğu bir sistemde, toplumun kirlendiğini görünce, asıl meselenin toplumu yönlendirenler olduğunu belirttim. Sadece konuştuklarını değil, sustuklarını bile duydum. "Önce iyi insan olmalıyız. Ülkemize sahip çıkmamız lazım. Ben iyi bir vatansever olduğuma inanıyorum. Ama bunların yaşanması gerekiyor. Biz ne badireler atlattık, bunları da atlatırız." "O zamanlar çocukları bu kadar zehirleyen bir ortam yoktu" diye karşı umutsuzluğumu belirttim de, "Biz ne kadar olumsuzlukların içinde varsak da, her şeye rağmen bir sağduyumuz var. Yanlışlar oluyor. Ekonomi yüzünden oluyor, özenti yüzünden oluyor ama en önemlisi, üzerimize oyunlar oynanıyor. Kardeşin kardeşe vurulmak istendiğini görüyorum. Bizi daha önce birbirimize bağlayan insan değerlerimizin erozyona uğradığını görüyorum. Bunun ülkeye yansıması ciddi boyutta ağır olacaktır belki ama yine de toparlanacağımızı düşünüyorum." İnatlaşan ve kurumları yıpratan sisteme taç giydirilirken, birden Anayasa'nın taslak çalışmalarına getirdik muhabbeti. İktidarın buruşmuş elbisesini düzeltti sanki. "Anayasa taslağı hazırlanıyor ama Anayasa geniş katılımlarla olmalı. Her ne kadar iktidarın oyu çok fazla olsa da, Türkiye'nin sesinin orada bir bütün olarak çıkması lazım. Muhalefet de buna dahil olacak. Buna dikkat etmek gerekir." Asker ve Sivil Anayasa arasında kısa bir gezinti yaptık. "1982 yılındaki Anayasa yüzde 98 oy aldı. Bunu askerler hazırlamıştı. Askerler bizim başımızın tacıdır. Ben askere saygı duymayan bir Türk vatandaşı düşünemiyorum. Asker 1982 yılında bu Anayasa'yı hazırlamış ama askerimiz demokrasiyi sivil gibi düşünemez. Bakıyorum ki, askerimiz sağduyulu bir şekilde bazı şeyleri takip ediyor, görüyor. Onlar da yeri geldiği zaman gerekeni yapacaktır. Bu Anayasa'yı siviller yapacak ama askerimizin de bu konuda ilkelerine göre katkıları olacak." Düşüncesini yoksullaştırmaya yönelik, zengin bir karşı soru yönelttim. "Peki ya katkılarının olmasına duvar örülürse." Cümlesi şahlandı sanki. "Asker olmadan olmaz" dedi, meseleye parantez açtı. "Burada güçler vardır, kurallar vardır. Onlar ülkemizi ayakta tutan güçler. Asker de bunlardan biridir, yargı bunlardan biridir. Bu güçleri kimse bozamaz, bozmak da istemez." Kendisine biçilen rolleri oynayan politikacılar, türban meselesiyle ülkenin huzurunu yerle bir etmişti de, "Yazık" dedi, "Bu mesele buralara gelmemeliydi. Bu mesele yanlış anlaşılmalara ve inatlara yol açıyor. Dolayısıyla simgeleşmelere yol açıyor. Askerin olsun, üniversitelerin olsun, güçler dengesi olan kuruluşların, kendi kuralları vardır. Askeri bir alanda, kural neyse odur. Orada başka türlü giyinemezsiniz. Bunlar bütün dünyada vardır, disiplini ve otoriteyi sağlar. Nereden geldik buraya! Atatürk'ümüzün kurmuş olduğu ülke bizlere emanettir. Çoğunluk olarak Müslümanız, olmayanlar da kardeşimizdir. Ama İslami değerlerin özgürlüğünü ve yüceliğini daha iyi anlamalı ve anlatmalıyız." "Dıştan pedallı ekonomi" bisikletine binip bir tur attım, havayı dağıtmak amacıyla. "Ekonomi iyi durumda mı?" diye sordum. "Onu bir türlü anlayamadım" dedi, hepimizde biriken soru işaretlerinin çengeline kişi başına düşen milli geliri astı. "Kişi başına düşen milli gelire bakınca 5 bin dolarlık bir görünüm var. Gerçekte öyle değil. Yabancılar geliyor, yatırım yapıyor ama ben şüpheyle bakıyorum. Hazır kurumlarımızı alıyorlar. Ben isterim ki, yabancı gelsin bir fabrika açsın, üretim yaratsın." Estetik yapılmış ekonominin yüzündeki pütürleri işaret etti. "Mesela Telekom 6 milyar dolara satıldı, yıllar önce Tansu Hanım zamanında satılsaydı, 25 milyon dolara gidecekti. Keşke o zaman satılsaydı." Galiplerin zafer merasiminde, yenilenlerin kaybını hesaplamak ne mümkün. Yine de umutlu bir penceresi vardı. "Sıcak para her şartta Türkiye'den kolay kolay çıkamaz. Çünkü sıcak paranın önemli kısmı borsada." Karamsarlığımın ceplerini boşalttım. Yabancıların borsaya yüklenmesi, yeri geldiğinde kullanılmak üzere, ülkemize çevrilmiş silah olmasın sakın?" "Hayır" dedi, "Ben öyle düşünmüyorum. Şu anda borsanın yüzde 72'si yabancı. Yabancı çekip gitmek isterse, kime satacak kağıtları?" "Ülkeyi yakmak isteyenler için, bazen kağıtları yakmak nedir ki" demek geçti içimden, söylemedim. Zerre kadar vicdanı olmayan politika, paraya ne zaman acımış ki, kağıtlara acısın! Tez olarak kitaplara girmesi gereken Orhan Gencebay'ın bir kitabı olacak mı diye merak ettim. Maziye olan sadakatini de bildiğim için, sessizliğin sınırından içeri ne kadar izin verir diye düşüncemi de sordum... Tam düşündüğüm gibi. Şu anda kitapla ilgili Doğan Kitap'la görüşmeleri sürüyor. Müzikle ilgili görüşlerini ve ilginç anılarını içeren bir kitap. Asla dedikodu yok. Bir de karışık albüm projesi vardı, Tarkan'dan, Ebru Gündeş'e kadar birçok ünlü, şarkılarını seslendirecekti. Projeyi durdurmuş. "Bu benim onur ve şeref albümüm. Benim tarihimin birçok arkadaşla temsil edilmesi. Korsan kaset ve internet ortamı düzelene kadar, bu projeyi askıya aldım" diye konuştu. Bu ortamın düzelme ihtimalini sordum. "Şu anda bütün dünyanın sıkıntısı bu" dedi. "Ama madem ki internet ortamı oluştu, bu meseleye de çözüm bulurlar diyerek" yeni bir ümit şarkısı besteledi. Yaradan önce merhem bulunmalıydı belki, bu hırsızlığın önüne geçmek için. Sohbeti, insan sevgisiyle noktaladık, insanlığı sevgiyle doyururken... Biliyorum ki Orhan Gencebay var oldukça, onu tanıyanlar adını hep kayıracak. Başkalarından ayırırken...