İletişim, yaz ve yalnızlık
Bugün yeni bir köşeye başlıyoruz. Hem ben hem okurlar olarak siz. Her başlangıç yeni bir ilişki demektir. İnsanı insan yapan şeyse odur, ilişki.
İnsan, o iletişen yaratık! Bir gazete köşesinin insan ilişkisini tayin etmekten daha önemli işlevi ne olabilir? İnsan, son kertede, dil demektir. Harfler, sesler ve sözcükler!.. Anlaşmanın, uzlaşmanın veya çatışmanın eşzamanlı araçları... Oysa Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. Çünkü, çok uzun bir süredir Türkiye, insanların birbirini anlamaktan kaçındığı, birbirine kulağını tıkadığı, kimsenin kimseyi görmediği bir ülke. Onun yerini kaba güç tutkusu almış durumda. Insanlar, artık sorunlarını çözmek için başvurdukları mahkeme binaları içinde bile birbirini vuruyor, öldürüyor. Televizyonlar mahkeme binalarında ve önlerinde birbirine girmiş aileleri, insanları gösteren görüntülerle yüklü. Bunu yaratan, sözcüklerin ve anlamların hayatlarımızdan kayıp gitmesi. Belki doğal! Taşradan kente dönük ama çok hızlı işleyen bir göçün içinde yaşıyor Türkiye, neredeyse yarım yüzyıldır. Modernleşmenin zorunlu bir sonucu olarak bu yükü omuzluyor. Kente gelen herkes, henüz hayatını tam kuramadığı, kendisini kentliliğe tam yerleştirmediği bir dönemde, ardından gelen yeni bir göç dalgasından payına düşenlerin yükünü taşımak zorunda kalıyor. Herkesin yabancı, hiç kimsenin yerleşik olmadığı bir dünyada anlaşmak ve uzlaşmak biraz da dilin kaybolup gitmesine, sönmesine yol açıyor.
Yalnızlık, ey yalnızlık! Dilin yitmesi, uzlaşmaların kaybolması ise başka bir anlam taşıyor: Yalnızlık! Konuşamayan, kendisini anlatamayan ve istese bile karşısındakini anlayamayan insan yalnız insandır. Türkiye'nin bugün yaşadığı en önemli gerçek bu: Suskun ve yalnız insanların meydana getirdiği bir toplum olmak. Ama sadece bize özgü de değil bu durum, modernleşmeyi yaşayan tüm toplumlar bu dönemi atlattı. Ve onun kalıcı sonuçlarını yaşıyor. Batı toplumları artık birbirleriyle karışıp kaynaşmış insanlardan değil, her birisi diğerine kapalı yalnız ve suskun insanlardan oluşuyor. Büyük aile geleneğinin o kadar hakim olduğu Türkiye de artık birbirini tanımayan insanların oluşturduğu kapalı apartman dairesi hayatına mahkum olmuş durumda. Yalnızlık, içinde yaşadığımız dünyanın ve bizim insan olarak en önemli gerçeğimiz. Kaldı ki, sadece dışımızdakilerle kuramadığımız ilişkilerden doğan bir yalnızlıkla değil, kendimizle, kendi iç dünyamızla kuramadığımız ilişkilerin de yarattığı bir yalnızlık içinde boğuluyoruz. Kendi maceralarımızı yarattığımız ve yaşadığımız dilimizi de yitirdik.
Yazın büyüsü... Oysa şimdi yaz! Yaz, dışa açılmanın, kendi dışımıza çıkmanın, etrafımıza örülmüş duvarları yıkmanın, kabukları kırmanın zamanı. Yazın kendisi bütün renkleri, ışığı ve büyüsüyle insanı iletişim kurmaya çağırıyor. İnsanı yitirdiği benliğiyle buluşmaya zorluyor. Bir yaz günü, toplumsal iletişimin en önemli kurumu olan politikanın en az yaz kadar sıcak yaşandığı bir dönemde, yeni bir köşeye başlıyoruz. Ama o da içe kapalı, o da iletişim kuramamanın, o da uzlaşamamanın sorunlarıyla yüklü. Umarız iletişimin ve karşılıklı duyarlılıkların köşesi olur bu köşe ve politikaların ve bireysel suskunlukların, kapalılıkların aşılmasına yardımcı olur!